Bu ezgi, kapsamlı bir zihin yıkama operasyonun parçası olarak tarihteki yerini almıştır. Ezginin kıvraklığı ve kıpırtısı, sözlerin manasını süreç içerisinde örtmüş olabilir.

'Gıda Emperyalizmi' ya da 'Zeytinyağlı Yiyemem Aman…'

Yazının ilk biçimi “Zeytinyağlı Yiyemem Aman” başlığı ile Cumhuriyet Bilim Teknik’te 18 Temmuz 2014’te yayınlanmıştır.

Milli Mücadele’nin “yoksulların zaferi” ile nihayetlenmesi sonrasında 13 milyonluk yoksul köylüler ülkesinde kurulan 1923 Cumhuriyet’inin ana uğraşlarından biri de unsur-u aslîyi yani köylüleri “gerçek üretici birer çiftçi” yapmaktı. Ve bu konuda topraksız köylüye toprak dağıtmakta istenilen noktaya gelinemese de esas olarak ciddi mesafeler alınmıştır. Alınmıştır alınmasına da son 40 yıldır uygulanan neoliberal politikalar başta sanayi ve tarım sektörleri olmak üzere bu iki üretici ve yaratıcı iş kolunda ciddi tahribatlar yapmış ve tarım sektörünün gayri safi yurt içi hasıladaki payı mutlak açlık ve yoksulluk anlamına gelen yüzde 6’lar mertebesine gerilemiştir.

Oysa yaklaşık bir yılı aşkın bir süredir hüküm süren Covid-19 Pandemisi hem dünyaya hem de bizlere, gıda güvenliğinin, toprak – tarım – gıda üçlüsünün ekonominin taşıyıcı kolonlarından biri olması lazım geldiğini sürekli hatırlatmaktadır. Zira, tarım yoksa, gıda / gıda yoksa da gelecek yoktur

***

Yazının başlığında yer alan Zeytinyağlı Yiyemem Aman türkü formunda bir ezgiye ait. TRT Türk Halk Müziği Arşivinde 1133 repertuar numarası ile kayıtlı. 2 Kasım 1954 tarihinde Bursa yöresinden, İhsan Kaplayan isimli kaynak kişiden Muzaffer Sarısözen tarafından derlenerek notaya alınmış.

Hayırdır? Nereden çıktı şimdi bu, ya da mevzu nereye bağlanacak acaba diye sorular soruyorsunuz gibime geliyor.

Zeytinyağlı Yiyemem Aman türküsü notaları

Gelin, ezginin sözlerini aşağıya not ediverelim. Zihinler canlansın sonra da üzerinde birlikte düşünelim biraz:

Şarkının sözleri

Efendim, “Gelin Nazlanması” da denilen bu ezginin sözleri arasında bana göre ciddi tutarsızlıklar var. Ve sanki birinci kısım sonrasında biraz zorlama olmuş gibi. Prof. Dr. Kenan Demirkol Hocanın 2012 tarihi bir e-postasında küçük bir bağlantı olarak okumuştum konuyu. Sonra da üzerinde bir miktar düşünüp, birkaç üstadım ile görüş alışverişinde bulunmuş ve zihnim bir miktar netleşmişti. Geçtiğimiz dönem TBMM’de bir görev nedeniyle bulunduğum sırada Meclis Kütüphanesindeki “Marşal Planı” ciltlerine de göz atıp kimi notlar almıştım. Hepsini birleştirince işte bu tematik çerçeve çıktı ortaya.

***

1950’lerin Türkiye’si: 'Küçük Amerika'

İkinci Dünya Savaşı nihayetlendiğinde ABD, Truman Doktrini ve Marshall Planı ile birlikte dünya ekonomisini yeniden yapılandırmıştır. Bu yapılandırma öncesinde ülkemiz için üç adet rapor tanzim edilir; Thornburg, Hilts ve Barker Raporları. Üç rapor birbirini tamamlayıcı özelliklere sahiptir. Ve özü, 1923 Cumhuriyetinin özellikle sanayi anlamındaki kazanımları ve iddialı hedefleri, demiryollarında alınan ciddi mesafelere karşı durmaktır... Çünkü Türkiye 1924-1938 döneminde sanayi sektörünün sürükleyiciliğinde yıllık ortalama yüzde 7 civarlarında büyüme hızı kaydetmiştir. 

İşte böyle bir ülke, ABD’nin önderliğindeki dünya iş bölümüne uydurulmalıdır. Ve az önceki raporlar bu nedenle yazdırılmıştır. Raporları takip eden süreçte Marshall Planı kapsamında Türkiye ciddi düzeyde mali ve teknik yardım alır. 1950’ler boyunca iktidarını sürdüren Demokrat Parti iktidarının hedefi, “Türkiye’yi Küçük Amerika yapmaktır”. Bu konuda her yol denenir. Amerikan tipi hayat tarzını egemen kılma gayretleri de bunlardan biridir. Yoğun propaganda için adeta bütün imkânlar seferber edilir.

Zeytin

Bu toprakların çocukları yine bir tezgâh ile yüz yüze

Evet, bu toprakların çocukları, beslenmenin, ilacın ve ışığın kaynağı olarak hep zeytinyağını bilmişlerdir.  Semavi dinlerden önce bile nerede ise MÖ 6000’lere tarihlenen zeytin ağacının doğduğu yer bu topraklardır, bizim vatanımızdır. Hatta, Kuranı Kerim’in Tin Suresi’nde zeytin kutsanır ve zeytin üzerine yemin edilir. Binlerce yıl insanlık ve özellikle bizim coğrafyanın çocukları, zeytin ağacını, yapraklarını, meyvesini ve yağını sofralara katık, gecelere ışık, yaralarına merhem olarak kullanmıştır. Yaprakları, dalları insanlık tarihinde barışın, kardeşliğin simgesi olan zeytin yaşamında simgesi olmuş ve Nâzım Hikmet’in Yaşamaya Dair dizelerine konuk olmuştur:

“(…) öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
 yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
 yaşamak yanı ağır bastığından
(…)”

Süt tozu konservesi

Hal böyle iken, ABD savaş dönemindeki stokladığı tarım ürünlerini piyasaya sürmek istemektedir. Bu nedenle de 1954’den itibaren (tarihe dikkat isterim) Marshall Planı, organizasyonu değiştirilir. Ve bu değişikliğe o döneme göre masum ve fiyakalı bir isim de bulunur: “ABD Zirai Mahsul Fazlaları Yardımı”.

Tezgâh çok açıktır.

Ülkeleri yönetmek için petrol, insanları yönetmek için gıda kaynaklarını kontrol etmenin gerekli olduğu tezi çalışmaktadır sanki. Başta Türkiye olmak üzere yardım alan ülkelerde, Amerikan yardımı süt tozu ve un torbalarının üzerinde görülen tokalaşan eller figürü, adeta okyanus ötesinden bize yardım eden beyaz adam etkisi yapmıştır.

Osman Nuri Koçtürk'ün kitabı

Bu "beyaz adam etkisi"nin esas adı “Gıda Emperyalizmi”dir. İsim babası da hemşerim ve İzmir Atatürk Lisesinden büyüğüm rahmetli Dr. Osman Nuri Koçtürk’tür. Dr. Koçtürk, nerede ise tüm ömrünü bu alanda verdiği eserlere adamıştır. 1966 yılında yayınladığı Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi kitabı bugün dahi konusunun temel referansları arasındadır. Bahse konu kitap 2010 yılında Ziraat Mühendisleri Odası tarafından yeniden basılmıştır. Meraklıları kitaba buradan ulaşabilir.

UFA margarinleri

Vita yağları

***

Bitirirken

Evet, bir zeytinyağı cenneti olan Türkiye’de, margarin hammaddesi olarak kullanılacak olan Amerikan mısır ve soya fazlalarını sokmak için çalışan lobiler, margarin yağını öven, zeytinyağının ısınınca kanser yaptığını belirten sözde bilim insanları, yerli çeşitlerimizi nerede ise yok etmeye gayret eden tohum hegemonyasının kurulma süreçleri, ülkemizin tarım sektöründe dışa bağımlı hale dönüşmesi, insanlarımızın kobay yerine koyulması, GDO’lu tohumların temiz topraklarımıza ekilme gayretleri… Evet, bu liste uzatılabilir. Ve bu listeye yakın zamanlardaki Dr. Kemal Derviş’in “15 günde 15 yasa” dayatması da eklenebilir. Amaç bellidir; ulusal bağımsızlık, tarımsal üretim ve beslenme ilişkileri arasındaki bütünlüğü dağıtmak.

Ve bu gayretlerin arasında ciddi bir kültür endüstrisi faaliyetleri de var ve bu faaliyetlerin tipik simgelerinden biri de bir miktar spekülatif bulunsa da yazı başlığının bir bölümüne konu ettiğimiz türkü formundaki ezgi olan “zeytinyağı yiyemem aman…” dır.

Zeytinyağı

Konu büyük ihtimalle netleşmiş olmalıdır. Ezginin derleme tarihi ile “ABD Zirai Mahsul Fazlaları Yardımı” başlangıç tarihleri birebir örtüşmektedir. Burada, ezgiyi derleyen ve notaya alan Muzaffer Sarısözen ustaya herhangi bir serzenişte bulunulmamaktadır. O dönemin devlet aygıtı da, tıpkı bugünküler gibi bütünüyle Amerikan emperyalizmine boyun eğmiş idiler.

Ezginin sözlerinin ilk iki satırı mevzunun bam telidir. Ve bana göre “gelin nazlanması” adı altında masumlaştırılamaz. Başta Gemlik ve havalisi olmak üzere Bursa, yani ezginin derlendiği bölge zeytin ve zeytinyağının nerede ise merkezlerinden biridir. Bu yöreden böyle sözler çıkmaz, çıkamaz. Zeytinci kendi ayağına kurşun sıkmaz diye düşünüyorum.

Bu ezgi, kapsamlı bir zihin yıkama operasyonun parçası olarak tarihteki yerini almıştır. Ezginin kıvraklığı ve kıpırtısı, sözlerin manasını süreç içerisinde örtmüş olabilir. Bağlantıyı biraz spekülatif bulabilirsiniz, ancak dönemin matbuatı iyi gözlendiğinde önemli bir zeytinlik alanı kaybına uğradığımız kolaylıkla tespit edilebilir.

Sadece bununla da kalınmamıştır. Hatırlanacağı üzere Sümerbank’ın basmaları, pazenleri ve divitinleri de yerlerini sentetik elyaflı, naylon türevi sağlığa zararlı tekstil malzemelerine, pişirme bakır ve çömlek saklama kaplarımız da yerini alüminyum, naylon, melâmin ve plastik kaplara bırakmıştır.

Yazı bir miktar uzadı, ama konu gerçekten derin, daha çok düşünmeli, konuşmalı ve yazmalıyız. Unutulmamalıdır ki; 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile tanımlanan Gıda Hakkı, 1980’lerde tariflenen Gıda Güvencesi ve 1996’da gündeme gelen tohumdan sofraya kadar aşamaların tümü olan Gıda Egemenliği kavramları birlikte bir bütündür. Ve her daim birlikte değerlendirilmelidir.

Bu haftaki yazımızı 1927-1938 döneminde Cumhuriyet tarihinin en uzun süre, 4028 gün1 İçişleri Bakanlığı yapan Şükrü Kaya’nın bir sözü ile bitirelim:
 
“Bizde köylünün ocağı tütmezse, fabrikaların bacası söner”.

  • 1. Bu günlerde bakanlık süreleri üzerine “düşük polemiklerin” yancılarına gelsin.