Bunu artık AKP iktidarının çözebilmesi olanak dahilinden çıkmıştır. AKP'nin ardılı bir iktidarın, salt neoliberal reçeteler üzerinden çözebilmesi de artık pek zordur.

Dengesiz ekonomi, dengesiz TÜİK

Türkiye ekonomisi dengesiz bir tempoyla, "büyüyor" bile denilemeyecek bir istikrarsızlıkla gidiyor. Adeta hendekler ve tümseklerle dolu bir arazide ine çıka yol alıyor. Üstelik çıkışlar da öyle fazla yükseğe gidemiyor.

2018-2020 döneminde ayrıca istikrarsızlık ile düşük büyüme elele gidiyor: Sırasıyla yıllık yüzde 3, yüzde 0,9 ve yüzde 1,8 gibi çok düşük büyüme oranları, çeyrek dönemler itibariyle kaydedilen büyük istikrarsızlığa da eşlik ediyor (yüzde):

2021 ilk çeyrek için TÜİK'in açıkladığı yüzde 7'lik "hormonlu" (özellikle de, en çok kapatmaya konu olan hizmetler sektörünün yüzde 5,9 oranında "büyümesi" bakımından) büyüme oranı da, bu "bozuk şose" tanımı içine oturuyor. 

Bu oranlardaki büyüme Türkiye'deki nüfus artış oranına bile yetişemiyor. Dolayısıyla Türkiye yoksullaşıyor. 2020 için TÜİK'in açıkladığı nüfus artış oranındaki "dramatik düşüş" (2019 için normal ritminde yani binde 13,9 iken, 2020'de binde 5,5'e düşüyor ki bu ilk kez görülüyor), eğer işaretlerini alamadığımız kuvvetli bir dışa göç verme olgusuna dayanmıyorsa, Kovid-19 dolayısıyla ölümlerin açıklananın 10 katına falan çıkmış olduğuna işaret edebilir. Çünkü olağan nüfus dinamikleri bir yıldan diğerine böylesine büyük bir nüfus oranı düşüşüne olanak vermez. TÜİK ve Sağlık Bakanlığı bu konuda toplumu doğru bilgilendirmek zorundadırlar.

Türkiye açısından işsizlik yaratmayan büyüme oranları, 2020 nüfus verisi istisnasını saymazsak, yüzde 4,5 dolayındadır. Dolayısıyla, istihdam yaratmayan büyüme modeli söz konusu olmasaydı dahi, son yılların büyüme temposuyla işsizlik azalmaz artardı. Nitekim tam da böyle olmakta, bu çift yönlü etki altında işsizlik çığ gibi büyümektedir. Eğer son 16 ayın TÜİK işgücü verileri, Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) ve Ücretsiz İzin kapsamındakileri "çalışan" konumunda saymasaydı, bugünkünden daha ağır bir tabloyla yüzyüze gelinirdi. Bu nedenle, işten çıkarma yasaklarının kalkacağı ve KÇÖ'nün son bulacağı bu aydan sonra ek bir sıçramaya tanık olunabilir.

AKP ekonomisi ilk dönemlerde (Babacan ve Şimşek'li dönemlerde), yüksek değerli TL politikasının etkisiyle, dolar temelinde daha hızlı büyüyor gözükmekteydi. (Başka deyişle, TL cinsinden hesaplanan GSYH, doların düşük değeri nedeniyle, dolara çevrildiğinde olması gerekenden daha yüksek çıkmaktaydı). Türkiye'nin dış borçları da böylece olduğundan daha düşük görünmekteydi. İçte ve dışta yazılan "başarı" öyküsü bu sahte temele oturmaktaydı. Paritenin tersine dönmesi halinde bu pembe tablonun da tersine dönmesi işin matematiği gereğiydi. Nitekim, 2020 yılının ilk çeyreğinde yıllık bazda 765 milyar dolar olan GSMH, 2021'in ilk çeyreğinde 728,5 milyar dolara düşmüş yani dolar cinsinden yüzde 4,8 küçülmüştü! Oysa TÜİK bize TL cinsinden yüzde 7'lik bir artış müjdeliyordu!

Büyüme verileri konusunda bundan böyle dikkat edilmesi gereken mesele sadece dolar bazlı GSYH'yı dikkate almaktan ibaret de değildir. Bir çeyrekten diğerine olan zikzaklar nedeniyle, karşılaştırma bazı olarak artık bir önceki yılın aynı dönemini almak yanında, ele alınan çeyreğin hemen öncesindeki çeyreğin de -eskiden olduğundan daha büyük bir önemle- dikkate alınması gerekmektedir. Bunu yapan Korkut Boratav hoca, Cumhuriyet'e (2 Haziran 2021) verdiği söyleşide, GSYH'nin çeyrek bazda 2020'nin son çeyreğinde 513 milyar TL'den 2021'in ilk çeyreğinde 434 milyar TL'ye doğru yüzde 15 oranında büyük bir gerileme içine girdiği saptamasını yapmaktadır. 

***

İlk döneminin aksine dolar bazlı milli gelir verilerini artık kullanmak istemeyen iktidarın icraatının arkasında, TL'nin döviz karşısında aşırı değer yitirdiği son üç yılın bilançosu ve sayısı şimdilik üçü bulan döviz krizleri bulunmaktadır. Bu döviz krizlerinin

- birincisi, 2018 Mayıs- Ağustos döneminde;
- ikincisi, 2020 Ağustos -Kasım döneminde;
- üçüncüsü, Mart- Haziran 2021 dönemindedir.

İlk iki dönemden, "kullanılması fiilen yasak" faiz artışlarına mecbur kalınarak çıkılmıştır. Bir önceki TCMB Başkanının tuhaf görevden alınışıyla başlayan üçüncü krizden faiz artışıyla çıkılmamış ama, zaten yüksek olan faiz düzeyi korunmak zorunda kalınmıştır. Ama krizden de henüz çıkılabilmiş değildir. Üstelik CB'nin faizlerin yaz aylarında düşürüleceği yönündeki açıklamaları, son hafta TL'nin ilave değer kayıplarını da getirmiştir.

Bu krizlerin hepsinin arkasında Saray'ın bir numarasının müdahaleleri bulunmaktaydı. Bunların tamamen bilgisizlikten kaynaklanıp kaynaklanmadığı, arkasında spekülatif amaçların olup olmadığı da artık tartışma kapsamına girmiş bulunmaktadır. 2018 sonundan itibaren döviz kurunun aşırı yükselmesini (TL'nin aşırı değer yitirmesini) önlemek için faizden ziyade TCMB rezervleri kullanılmış ve tüketilmişti. Bugün gelinen noktada, artık ne rezerv vardır ne de faiz silahı etkili olabilmektedir. 

Enflasyon, hırsızlıktır

Enflasyon, kapitalist sistemin kolektif hırsızlığıdır. Üretim ilişkileri düzleminde belirlenen bölüşüm ilişkilerine dıştan bir müdahaledir. Bu müdahale, hem ekonominin bütününden ve onun dış ekonomik ilişkilerinden hem de devlet kurumları üzerinden kırılarak yansıyan siyasi bir müdahaledir. Bunun, sabit bir ücrete mahkum olan emek aleyhine olacağı açıktır. "Enflasyon farkı" verilse bile öyledir; çünkü bu farklar gecikmeli olduğu için geçmiş kayıpları tam telafi edemez ve zaten genellikle gerçek enflasyon farkının altındadır; kaldı ki enflasyon düzeyini belirleyen kamu idaresi (TÜİK) gerçekleri belirleme ve gerekirse saptırma tekeline sahiptir. Ayrıca, enflasyon farkı kamu dışında geçerli olmadığı gibi asgari ücret düzeyine de yıl içinde bir düzeltme getirmemektedir.

TÜİK'in Mayıs enflasyon rakamını yüzde 1'in altında açıklaması ve bunu 17 günlük kapanmaya dayandırması da inandırıcılıktan yoksun gözükmektedir. Bağımsız araştırmaların hepsi TÜİK verisinin çok üzerindedir. Bu arada ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın olağanüstü açılması, önümüzdeki döneme ilişkin potansiyel bir enflasyon birikiminin oluştuğunu göstermektedir. İthalatçı ekonominin TL'nin değer kayıpları üzerinden yükleneceği enflasyonist etkiler de azımsanmayacak boyutta olacaktır. İthal edilen bazı ara malları (petrol ve türevleri, tarımsal girdiler, vb.) ve bazı nihai ürünlerde dolar bazındaki artışlar da ithal edilen enflasyon olarak kayda girecektir. Bu durumda, geçen yılın hayli üzerine çıkan TÜFE artışları görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Bunun sonucunda da, faiz indirimleri ya mümkün olmayacak ya da yeni bir indirim kumarı oynanarak yeni bir döviz krizi yaratılacaktır. 

Mesele iki ucu keskin kılıca dönüşmüştür. Yüksek faizler ekonomik büyümeyi, yatırımları ve özel olarak inşaat, gayrimenkul gibi bazı sektörleri olumsuz etkilerken, faizlerin düşürülmesi de döviz krizlerini tetiklemek ve sermaye kaçışlarını kışkırtmak gibi başka dertleri çağırmaktadır. Bunu artık AKP iktidarının çözebilmesi olanak dahilinden çıkmıştır. AKP'nin ardılı bir iktidarın, salt neoliberal reçeteler üzerinden çözebilmesi de artık pek zordur. 

Türkiye'nin ve özellikle Meclis-içi muhalefet partilerinin bundan böyle neoliberal düzenleme rejimi dışına çıkarak çözüm aramaları şart olmuştur. Öncülüğü de sosyalist hareketlerin yapması farz olmuştur.