Ama şimdi Davutoğlu’nun mahalle değiştirdiği konuşuluyor. Ondan önce Abdullah Gül elbette… Ve Babacan…
Saray mahallesini terk edip öteki mahalleye taşındılar, öyle deniliyor. Adı muhtelif ama sonuçta “muhalif” bu mahalle.
Siyasi iktidarın HDP yöneticilerine dönük yeni gözaltı ve tutuklama hamlesinin ardından Davutoğlu’nun 2014-15 sürecindeki rolü doğal olarak daha fazla konuşulmaya başlandı. Davutoğlu’nun döneme dair bazı “bilinmeyen”lere ışık tutabileceğini söyleyenler de oldu.
Gelecek Partisi’nin kuruluş sürecinin başından itibaren “bir konuşursam insan içine çıkamazlar” demeyi alışkanlık haline getiren Ahmet Davutoğlu’nun dile gelip gelmeyeceğini bilemem. Ancak düzen siyasetçilerinin sır ifşa etmelerinde her zaman bir yarar olduğuna inanırım.
Halkımız “milli irade” adına siyaset yaptığını iddia edenlerin iç yüzünü azıcık da olsa görsün.
Hem ülkeyi daha fazla karıştıracaklarına, mahalleleri karışsın.
Ama şimdi Davutoğlu’nun mahalle değiştirdiği konuşuluyor. Ondan önce Abdullah Gül elbette… Ve Babacan…
Saray mahallesini terk edip öteki mahalleye taşındılar, öyle deniliyor. Adı muhtelif ama sonuçta “muhalif” bu mahalle.
Türkiye’nin bu iki mahalleden ibaret olmadığını söylemeyeceğim. Bu iki mahalle arasındaki bölünmenin gerçek olmadığını ileri süreceğim. Seçmen açısından, şu andaki toplumsal algı açısından, Türkiye’nin ikiye bölünmüş olduğu ortada. İktidar ve muhalefet blokları…
Bu bloklaşmaların dışında kalan “bizim” gibilerin payına seçimlerde aldıkları oyun kat be kat fazlası hakaret düşmesi bu “iki mahalle” algısını kuvvetlendiriyordur muhakkak.
Üstelik biz her zaman “sadeleşme iyidir” deriz, buyrun sadeleşmeyi! “İki taraf var ve taraf olmayan bertaraf olur.”
Söz güzel ama her güzel söz gibi yanlışa götürme potansiyeli çok yüksek.
Siyasetin temel konusu iktidardır. Ciddi her siyasi yapı iktidarı hedefler. Buna paralel olarak iktidarda olmayan her siyasi yapı için temel siyasi muhatap, temel siyasi hasım ya da karşıt iktidarda olup hükmetmekte olan aktördür. Bu anlamda iktidarda olmayanlar arasında bir türdeşlik olduğu kanaatinin uyanması şaşırtıcı değildir. Çünkü onları ortaklaştıran bir özellik vardır: Muhalefette olmak! İktidarın birçok tasarrufundan hep birlikte rahatsız olmaları mümkündür. Örneğin seçim yasasında bir değişiklik, hükümetin icraatlarına dönük eleştirilerin yasaklanması gibi…
Ne var ki, bütün bunlar Türkiye’nin iktidar ve muhalefet diye iki mahalleye bölündüğünü kanıtlamıyor.
Türkiye’de iki mahalle varsa bu patronların ve emekçilerin mahalleleridir…
Ama konumuz mahalle değiştirdiği söylenen Gül, Babacan, Davutoğlu ve benzerleriydi…
Şu soruyla devam edelim…
Muhalefet Erdoğan ve AKP’yi nasıl tanımlıyor?
Otoriter, anti-demokratik… Çünkü Erdoğan için söylenegelen diğer özelliklerin hiçbirinde muhalefetin uzlaşması olanaklı değil. Laiklik karşıtlığı, Amerikancılık gibi… Bazı şeylerden ise “muhalefet mahallesi”nde asla bahsedilemez. Piyasacılık gibi…
O halde, şu mahalleden bu mahalleye taşınmanın kriteri özgürlükçü olmak!
Yani, eğer mahalle değiştirdilerse Gül, Davutoğlu ve Babacan Erdoğan’a göre daha özgürlükçü…
Peki öyle mi gerçekten?
Özgürlük kavramına ilişkin bir tartışmaya girmeyeceğim. Yaygın kabul edilen tanımın çok ötesinde bir kavrayışa sahip olduğumuz ortada olsa da…
Bugünkü iktidarın özgürlüğün hiçbir tanımının yanına dahi yaklaşamadığında ortaklaşıyoruz diyerek konuyu kapatalım.
Peki bu eski AKP’lileri daha mı özgürlükçü yapıyor?
Herhalde kişisel özelliklerden söz etmiyoruz burada. “Aile içinde de herkese bağırıyor zaten”, “karşısına çıkanlar tir tir titrer” gibi öyküler işin magazin kısmı.
İnsanların özgürlük kavramıyla ilişkisini ideolojik tercihleri belirler. O ideolojik tercihlerin de sınıfsal temelleri vardır.
AKP 2002 yılının sonunda hükümet olduğunda Türkiye sermayesi ve emperyalist ülkeler tarafından tarihsel bir misyonla görevlendirildi. Cumhuriyetin kazanımlarının bir bir ortadan kaldırılması, uluslararası tekellerin Türkiye’deki hareket alanını sınırlandıran her engelden kurtulunması ve Ankara’nın emperyalizmin bölgesel operasyonlara daha büyük bir iştahla katılımının sağlanması öne çıkan hedeflerdi. Bu hedeflerin her birinde sermaye sınıfı kazanacak, emekçi halk kaybedecekti.
Tam da böyle oldu.
Bu kadar kapsamlı bir operasyona elbette toplumda direnç gelecekti. Kaldı ki, bu operasyonun ekonomik boyutları her geçen gün daha fazla hissediliyordu.
Demek ki, siyasi iktidarın özgürlükleri kısıtlaması, onun üstlendiği tarihsel misyonun doğal sonucuydu. Erdoğan’ın kişisel özelliklerinin burada ancak tali bir rol oynadığı söylenebilir.
Tarih boyunca, daha “demokrat”, daha “özgürlükçü”, hatta “sol” bir imaj yaratıp da halka karşı oldukça acımasız uygulamalara imza atan çok sayıda siyasetçiyle karşılaşılmıştır. Eğer sorumlu mevkideyseniz, düzenin çıkarlarına hizmet etmek zorundasınız.
Düzeni değiştirmek gerektiğini boşuna söylemiyoruz.
Bu aşamada o zaman da muhalefette olanları karıştırmadan açıkça belirtelim: AKP’de uzun süre en üst düzeyde sorumluluk alanların bugün iktidarda kalmaya devam edenlerden daha “özgürlükçü” olduğu iddiasının bir inandırıcılığı bulunmuyor.
Altını çize çize vurguluyorum ki, dinsel referanslarla siyaset yapan, Amerikancı ve piyasacı bir siyasetçinin benim anladığım anlamı geçtim, bugün “muhalefet mahallesi”nde anlaşıldığı şekliyle özgürlükçü olması mümkün değildir.
Erdoğan’ın farkı, misyonunu büyük ölçüde yerine getirdikten sonra ve bunu yaptığı için fazlasıyla yıpranan bir siyasetçi olarak, kendisini kenara çekmeye kalkanlara direnç göstermesidir.
Bu direncin “dünya düzenine kafa tutmak” olarak algılanmasıyla aynı direnci göstermeyenlerin “özgürlükçü” olarak algılanması arasında hiçbir fark bulunmuyor.
Ama ben yine de Davutoğlu’nun konuşmasını bekliyorum.