AKP Abbas’ı kürsüye çıkararak, ABD’ye ve dolaylı olarak İsrail’e, “beni İran’la karıştırma, ben Filistin konusunda Hamas dışındaki aktörlere meşruiyet alanı açabilecek tek gücüm” mesajını geçti.
Önce, “davet ettik, gelmedi, özür dilesin” dendi. Sonra geleceğini ve TBMM’de konuşacağını öğrendik. Sağlık sorunları yüzünden oturarak konuşmak isteğinin geri çevrildiği yolundaki haberin ardından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Meclis’te milletvekillerine hitap etti.
Erdoğan’ın yurttaşları, gazetecileri, siyasetçileri, kamu görevlilerini azarladığına çok tanık olduk, alışkınız. Ancak Filistin gibi duyarlı bir konuda “gelmedi, özür dilesin” türünden bir çıkış çok normal değildi.
Geldi, kim kimden özür diledi bilmiyorum. Oturarak konuşma talebi ve bunun reddedilmesine ilişkin ayrıntılara da hakim değilim. Ancak Abbas’ın ziyaretinden önceki hava, Filistinli liderin Türkiye’de saygı değil, en kibar ifadeyle sitemle karşılanacağı yolundaydı.
TBMM’de öyle olmadı, AKP’ye yakışır bir dinselliğin, güçlü ritüellerin eşliğinde ve Erdoğan’ın “kusursuz” ev sahipliğinde konuştu Abbas.
Ayakta alkışlandı, bu anlamda Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki konuşmasından daha “gerçek” ve “etkili” bir destek vardı TBMM’de.
Konuşma bitti. Yandaş medyada, Cumhurbaşkanı’nın konuğu olan bir devlet başkanı henüz Türkiye’den ayrılmamışken, Abbas’ı samimiyetsizlikle suçlayan yorumlar yapılmaya başlandı. Saatler ilerledi, buna dönük bir Saray engellemesi olmadığı gibi eleştirilerin dozunun arttığı görüldü.
Hatta Anadolu Ajansı’nın kıdemli gazetecilerinden biri Abbas’ın Filistin’den çok kendi siyasi kariyerinin derdinde olduğunu bile söyledi.
Peki ne oluyor? “Burası özgür bir ülke, herkes düşüncelerini açıklayabilir” değil herhalde.
Sevmek mi istediler, dövmek mi?
Abbas’ın konuşmasının “Gazze’ye gideceğim” bölümü dışında tek özelliği, “Filistin Hamas’tan ibaret değil” anlamına gelecek vurgularıydı. Ancak “Ben Gazze dahil bütün Filistin’i temsil ediyorum” iddiasının gerçek bir karşılığı var mı, çok tartışmalı.
AKP on aydır Gazze’de sürmekte olan İsrail katliamı boyunca bırakın bütün Filistin’i temsil etmeyi, herhangi bir aktör olarak adı neredeyse hiç geçmeyen Abbas’ı oyuna dahil etmek için mi Ankara’ya çağırdı?
İktidar Hamas’ın kısa erimde İran’dan koparılamayacağını görüyor. Ayrıca örgütün prestiji artsa da, ciddi kadro kaybettiğinin de farkında. Dolayısıyla Filistin konusundaki ağırlığını başka aktörler üzerinden artırmak elbette isteyebilir.
Ancak bu Abbas olamaz. Yalnız sağlık sorunlarından söz etmiyorum. Filistin’de Abbas’ın bir hükmü yok. 7 Ekim öncesinde sınırlı bir otoritesi vardı, sonrasında o da kalmadı. Tek başına değil elbette ama Abbas Filistin’de teslimiyet, işbirlikçilik ve yolsuzlukla anılan bir odağın temsilcisi. Hamas gibi İslamcı örgütlerin Filistin’de güçlenmesi ve direnişin öncülüğünü üstlenmesi biraz da bu odağın marifetidir, günahlarının bedelidir.
Bütün bunları “bölge gücü”, hatta “dünya gücü” olmak için her fırsatı değerlendiren Yeni-Osmanlıcılarımızın bilmemesi mümkün değildir.
O halde ne oldu? Neydi bu tanık olduğumuz?
Şu:
AKP Abbas’ı kürsüye çıkararak, ABD’ye ve dolaylı olarak İsrail’e, “beni İran’la karıştırma, ben Filistin konusunda Hamas dışındaki aktörlere meşruiyet alanı açabilecek tek gücüm” mesajını geçti.
ABD yönetimi zaten bunu biliyor. Türkiye’nin İsrail’le yeri geldiğinde ne kadar hızlı yakınlaşabildiğinin, o yakınlaşmanın bizzat içinde oldukları için farkındalar. Abbas’ın Ankara’ya gelişi iki NATO üyesi ülkenin birlikte geliştirdiği bir inisiyatif bile olabilir. Bakmayın Filistin Devlet Başkanı’nın kürsüden ABD’ye çok sert sözler sarf etmesine… ABD emperyalizminin en alışkın olduğu şeydir, hakaret işitmek.
Görülüyor ki, Haniye’nin öldürülmesinden sonra çok yoğun bir yeniden değerlendirme ve konumlanma süreci yaşanıyor. Bütün aktörler için geçerli bu. Hamas, Hizbullah, İran, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Mısır, Suriye ve elbette İsrail’de, ABD’nin uzaktan ya da yakından elinin değdiği biçimde, kartlar yeniden karılıyor.
Bu ortamda batı ile iyi ilişkiler kurabilmiş bir Filistinli siyasetçiye kürsü sunulması, son dönemde iç ve dış politikada gözle görülür bir biçimde ağırlığını koyan ve daha pazarlıkçı kanadı adım adım gerileten Amerikancı kanadın elini açık bir biçimde güçlendirmiştir.
Peki bütün bunların Filistin halkına faydası ne?
Onlar ölmeye devam ediyor hâlâ…