'OPEC+ vakası bize bir kez daha emperyalist düzenin kimyasının eskisi gibi olmadığını gösteriyor.'

ABD Suudi Arabistan'ı neden yanında tutamıyor?

Ukrayna savaşı ile emperyalist rekabet ve taraflaşma hızında artma oldu.

Geçen hafta ele almıştık  ABD uzun yılardır Almanya’nın sanayi gücü ile Rusya’nın ucuz enerji tedariki ve pazarının bir araya gelmesinden endişe duyuyor ve bu eğilimi bozmaya çalışıyordu. Ukrayna savaşındaki en büyük başarısının şimdilik bu ilişkiyi bozması ve Alman sermayesini silahlanmaya ve doğuya doğru genişlemeye ikna etmesi olduğu görülüyor.

Ancak her yerde ABD’nin işi yolunda gitmedi. Bu yüzyılın ABD emperyalizminin hegemonyasında bir kırılmaya ve çöküşüne tanıklık edebileceğini uzun süredir yazıyoruz.

Ekim ayı başlarında çoğunlukla dikkatlerden kaçan bir olay gerçekleşti.

ABD toplanma hazırlığı yapan OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) ülkelerinden petrol üretimini artırmalarını talep etti. Böylece petrol fiyatlarının düşmesi ile hem Rusya’nın petrol gelirleri azalacaktı hem de savaşın kışkırttığı enflasyon biraz olsun kontrol altına alınabilecekti.

Aktörleri tanımak için OPEC üyelerini hatırlayalım:

Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olan Suudi Arabistan liderliğinde BAE, Venezuela, İran, Irak, Libya, Kuveyt, Cezayir, Angola, Kongo, Ekvator Ginesi, Gabon ve Nijerya OPEC üyesi ülkeler. 1960 yılında kurulan OPEC’e ilave olarak 2016’da bir genişleme oldu ve bu yapıya OPEC+ adı verildi. Rusya, Azerbaycan, Bahreyn, Brunei, Kazakistan, Malezya, Meksika, Umman, Güney Sudan ve Sudan sürece eklendiler.

Böylece dünya çapında büyük bir petrol ve doğalgaz karteli oluşmuş oldu.

Ekim başında Viyana’da yapılan toplantıda bırakın petrol üretimin artırmayı aksine günde 2 milyon varil üretimi kısma kararı çıktı. Bu kısıntı toplam petrol üretiminin yüzde 2’sine denk geliyor.

Beyaz Saray’dan John Kirby bu kararın Rusya’ya Ukrayna savaşında askeri ve manevi destek sağlamakla eşdeğer olduğunu söyledi ve Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden gözden geçireceklerini bildirdi.

OPEC sözcüleri ise aldıkları kararın siyasi olmadığı ve dünyadaki ekonomik durgunluğa karşı bir önlem olduğunda ısrar ettiler.

Aslında bir yanıyla Rusya’yı desteklemek için değil, gerçekten petrol üzerinden kazançlarını yüksek tutmak için üretimi kısma kararı almış olabilirler.

Ama ABD’nin direktifine uymamaları ve tamamen ters yönde bir karar almaları sadece siyasi olarak açıklanabilir.

1973’te Arap-İsrail Savaşı esnasında İsrail tarafını tutan ABD ve Avrupa kökenli emperyalist ülkelere karşı başlatılan petrol boykotunun birçok sonucu oldu. Bunların en önemlisi Suudi Arabistan ve diğer petrol üreticisi Arap devletlerinin güvenlik karşılığı petrolü dolar üzerinden satacakları ve petrol piyasasını ABD’nin isteklerine göre belirleyeceklerine dair varılan anlaşmaydı.

Kime karşı güvenlik? Başta İsrail yayılmacılığı ve dünya işçi sınıfı hareketine karşı ABD feodal egemenlere güvenlik sözü veriyordu.

Bu zımni anlaşma yakın zamana kadar emperyalist dünyanın temel çivilerinden biri oldu.

Ancak bir süredir bozulmaya doğru gidiyor ve OPEC+’nın Ekim toplantısı bu dönemin sonuna gelindiğine dair bir işaret olarak alındı.

Süreç içinde nelerin değiştiğine kısaca bakalım:

Birincisi, Körfez’in gerici feodal egemenleri süreç içinde kapitalizme uyum sağladılar, hâlâ gericiler ama bir yandan da kapitalist reformları gerçekleştiriyorlar. İki gün önce Suudi Arabistan’da modernleşmeyi tartışan Özkan Öztaş’ın yazısına göz atabilirsiniz. Haberlere göre artık Suudi Arabistan’da her 10 dakikada bir boşanma davası görülüyormuş. Kadınları kapitalizmin içine çekmeden boşanma hızı artmaz bir ülkede.

Kapitalistleşme milliyete ve dine dayalı siyasi yaklaşımı da değiştirdi. İsrail ile iki sene önce yapılan İbrahim Anlaşması ABD’nin başarısı olarak sunuldu. Ancak bu yaklaşım Körfez ülkeleri egemenlerinin çıkara dayalı kapitalist ilişkiler etrafında uluslararası ilişkileri ördüğü anlamına da geliyordu.

İkinci olarak, 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni işçi sınıfı siyasetinin devletleşmiş hali olarak tehdit unsuru olarak görüyorlardı. Şimdi böyle bir tehdit de hissetmiyorlar.

Ama 1970’den bu yana dünya ekonomisi özellikle son 20 yılda çok değişti. Eskiden petrolü esas olarak Batının emperyalist ülkeleri tüketir ve petrol kullanarak ürettikleri sanayi ürünlerini dünyanın geri kalanına satarlardı. Şimdi eksen Doğu'ya doğru kaydı, başta Çin olmak üzere Asya dünyanın fabrikası haline geldi. Doğal olarak en çok petrol Asya’da tüketiliyor ve Körfez ülkelerinin ihracat profili değişiyor. Aşağıdaki iki grafik gelinen durumu anlamamızı kolaylaştıracak:

Şekil 1: Suudi Arabistan’ın petrol ihraç ettiği ülkeler toplam petrol ihracatının yüzdelerine göre sıralanıyor. Çin’e yapılan ihracatın büyüklüğü dikkat çekiyor. ABD ise bu ihracatta küçük sayılabilecek bir yüzdeyi alıyor.

Şekil 2: Suudi Arabistan’ın çoğu sanayi ürünü olmak üzere ithalat yaptığı ülkeler ve toplam ithalatta aldıkları paylar görülüyor. Çin ithalatta da birinci konumunu koruyor.

Bu son iki yıla ait verilerden üretilen grafikler dünyanın iktisadi ekseninin 1973’lere göre ne kadar çok değiştiği konusunda fikir veriyor.

Çin’in Suudi Arabistan’ın birinci ticari partneri durumuna yükseldiğini görüyoruz. Ülkelerin coğrafi konumları ekonomik işbirliği için bazı olanaklar sunar. ABD’nin içinde bulunduğu gerilemeyi açıklayacak çok faktör var muhakkak. Ama Suudi Arabistan ile ABD ilişkisini coğrafi açıdan düşünün bir kez, arada Afrika ve Atlantik okyanusu var. Suudi Arabistan’ın sanayileşmiş bir Asya ile ilişkisi kendinden bir doğallık gösteriyor. 

BAE gibi Suudi Arabistan da tek ürün ihracatçısı olmak yerine kendi sanayisini geliştirmek istiyor ve Çin ile tedarik zincirleri konusunda paslaşıyorlar. Her iki ülkenin sanayi ve ticaret bakanları neredeyse her hafta görüşmeye başlamışlar.

Ayrıca Suudi Arabistan BRICS üyesi olmak için başvurdu ve muhtemelen 2023’te bu olay gerçekleşecek.

Buna bir de Çin ile ticaretin Yuan üzerinden yapılmasını görüştüklerini ilave edin. Henüz net bir şey yok ama bu kadar ısınan bir konu eninde sonunda önümüze gelecektir.

OPEC+ vakası bize bir kez daha emperyalist düzenin kimyasının eskisi gibi olmadığını gösteriyor.