Cadıların gün batımı veyahut Arabistan'ın 'modernleşme' çabası

Suudi Arabistan 'modernleşme' adımlarını hangi amaçla planlıyor? Hanedan üyeleri bu değişimlerde otoritesini nasıl koruyor? Bu süreci destekleyen ilerici bir damar mı var?

Özkan Öztaş

Suudi Arabistan son zamanlarda modernleşme çabaları ve bu çabalara uygun icraatlarıyla gündemde. İslami kesim tarafından tepkiyle karşılanan bu adımlar aslında çağdaş dünyanın belli açılardan yüz yıl önce hayata geçirdiği örnekler. Ancak Suudiler son süreçte attıkları adımlar ile modern kapitalist ülkelerle sadece ekonomik değil kültürel ve sanatsal başlıklarda da bir uyum gözetiyor. 

Kadınlara araç kullanımında müsaade edilmesi, uzay ajansına kadın yöneticinin atanması ya da uzaya çıkacak kişinin kadınlardan seçilecek olması, kadınların şehirler arası seyahatlerinde eşlerinde müsaade almaları zorunluluğunun ortadan kaldırılması, restoranlarda kadın erken girişlerinin aynı yerden olması gibi birçok başlık çağdaş dünya için alışıldık örnekler olsa da Arabistan için radikal değişim örnekleri.

Geçtiğimiz gün Suudi Arabistan'da kutlanan "cadılar bayramı" ile bu sürecin en büyük çıktılarından biri oldu. Kimi popüler isimler, bir sonraki cadılar bayramına Arabistan'da katılmayı fantastik bir deneyim olarak görüyor.

Peki Suudi Arabistan "modernleşme" adımlarını hangi amaçla planlıyor. Bu değişimlerde otoritesini nasıl koruyor ya da dünyadaki hangi konjonktür buna eşlik ediyor? Yoksa Suudi Arabistan'da bu süreci destekleyen ilerici bir damar mı var?

Modernleşme tartışmaları yeni değil, öncesi de var

Suudilerin modern dünyaya ayak uydurma çabaları esasında yeni değil. Bunun yaklaşık 40 yıl öncesine dayanan bir süreci var. Ancak bu sürecin evveliyatına baktığımızda konu daha çok tartışma düzeyinden öteye geçmemiş görünüyor. Yani normalleşme gündemi yeni sayılmasa da atılan adımlar yakın zamanı işaretliyor. 

Meselenin özünde de ekonomik alanda verimliliği artırma ve saltanatın sürekliliğini sağlama kaygısı yer alıyor. 

Çünkü Suudi sermayesi de mevcut şeriat yönetimi, gericiliğin toplumsal alanda örgütlü oluşu ve Hac gelirleri ile devam eden sürecin kalıcı olup olmayacağı konusunda kaygılara sahip. Modern kapitalist dünyanın kadın emeğini üretim sürecinde sömürmesi, teknolojik birçok aracın üretim süreçlerinin dahil etmesi gibi örneklerde nasıl kârlar sağladığı Suudilerin de malumu. Bu nedenle böylesi fırsatları kaçırmak istemiyorlar.

Aynı zamanda hem mevcut saltanattaki ailenin hem de saltanatın biçimsel olarak varlığının gelecek zamanlarda da devam edebilmesi için iki şeye ihtiyacı var Suudilerin: Hac gelirleri dışında turizm, petrol gelirleri dışında üretim geliri. Çünkü tüm petrol üretim dünyasında tek bir soru güncelliğini koruyor: Bir gün petrol gelirleri biterse ne olacak?

Bu fiilen petrolün dünyadaki rezervlerinin bitmesi manasına gelmiyor. Tüketimdeki önceliğinin değişmesi ya da Suudiler için korkunç kısmı ekonomik olarak kurdukları tekelin kırılarak bu payı paylaşma mecburiyeti. Böylesi bir ihtimal bir savaşın sonucu olarak karşımıza pekala çıkabilir. 

İlk başlarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'in de kaygılarını güttüğü bu başlıklılar neticesinde ilk akla gelen adımlar eğitimin modernleştirilmesi ya da farklı bir ifade ile ıslahı olmuştu. Suudiler bu başlıkta geç kalmayıp yaklaşık 40 yıla uzanan bir süreçte Suudi Arabistan'da yaşayan varlıklı ailelerin çocuklarını Batılı ülkelerde eğitim almasını sağlıyorlar. Burada modern dünyanın sadece ekonomik değil kültürel devinimine de aşina olan gençler bazı örnekleri Suudi Arabistan'a taşıyarak gelirlerini arttırabileceğini biliyorlar. Eğitim alanında yapılan çalışmaların neticesinde Suudi Arabistan, Çin'den sonra ABD'ye en çok öğrenci gönderen ülke durumunda. Amerika'nın en iyi okullarına Suudi zenginlerin çocuklarına rast gelmeniz tesadüf değil.

Modernleşmeye eşlik eden gündem: İsrail ile normalleşme

Suudilerin modernleşme çabalarına eşlik eden süreç aynı zamanda sermayenin ihtiyaçlarıyla da uyum gösteriyor. Suudilerin Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan el Suudi, bundan birkaç yıl önce yaptığı açıklamada İsrail ile yapılacak normalleşme adımlarının Ortadoğu için "muazzam faydalar" sağlayacağını öne sürmüştü. Prens Ferhan'ın bu sözleri bazı Arap ilericileri ve aydınları tarafından tepkiyle karşılanırken Ferhan bu söylemini birazcık yumuşatarak "askeri başlıklar hariç" demiş oldu geçtiğimiz günlerde. 

Ancak Arap petrol şirketlerinin çıkarları ve hanedan üyelerinin hedefleri açısından İsrail ile mutlak uyum ve normalleşme -aynı zamanda farklı bir ifade ile de Filistin gündeminin sembolik bir değere taşınarak önemsizleşmesi- gelecekte karşımıza çıkacak gündemler arasında yer alıyor. 

2020 yılında Trump tarafından hayata geçirilen ve adına İbrahim Anlaşmaları denilen İsrail ile normalleşme protokolleri neticesinde BAE ve Bahreyn İsrail'i devlet olarak tanıyarak normalleşme sürecine imza atmıştı. Bu 1977 Mısır ve 1994 Ürdün'nden sonra İsrail'in Arap devletleri tarafından tanındığı ilk protokoller oldu. Suudi Arabistan ise bu süreci şimdilik sessiz ve pozitif olarak karşılıyor. Bir Suudi diplomasisi geleneğiyle: her şey ağır ağır ve sakin sakin ilerliyor bu cephede. 

Ancak sadece İsrail değil. Bunun yanı sıra aralarında Türkiye ve Suriye'nin de olduğu diplomatik açıdan zarar görmüş ilişkilerde de Suudiler bir tür normalleşme hedefiyle ilerliyor. Bu aynı zamanda Suudilerin sermaye deviniminin etkisinin genişletme çabası olarak okunuyor. Çünkü bu süreç aynı zamanda Amerika'dan alınacak F-35 ve modern askeri teçhizatların temininde bir tür uğrak noktası olarak görülüyor.

Suudi Kralı'nın gücü neye yeter? Modernleşmeye tepkiler kimden geliyor?

Modernleşme çabasına Suudi Arabistan cephesinden iki farklı tepki geldi. İlki anlaşılabilir haliyle Suudi Arabistan'ın dini erkanı ve uleması. Yani ekmeğini dinden çıkaranlar normalleşme adımlarını kaygı ve tepkiyle izliyor. Ancak Suudi Arabistan monarşisinin katılığı ve atacağı adımlar din adamlarını ürküttüğü için çok ses çıkaramıyorlar. 

Ancak en katı karşı çıkış aslında hanedan üyelerinden ve Suudi prensinin akrabalarından geliyor. 

Suudi Arabistan'ın fiili yöneticisi olan veliaht prens Muhammed Bin Salman'ın hedeflerinden birisi, giderinin tam olarak kestirilemediği hanedan üyelerinin masraflarının kısıtlanması oldu. Zira on binlerce hanedan üyesinin hazineden karşılanan maaşları ve giderleri var. Her doğan hanedan üyesine maaş bağlanıyor ve masrafları devletin kasasından karşılanıyor. 

Muhammed Bin Salman zaman içinde özellikle Arabistan halkının da desteğini alarak bu süreçlerde kimi düzenlemeler yaptı ve hanedan üyelerini giderlerini kıstı. Bu da aynı zamanda devlet aygıtının da modernleşmesi adımlarından birisi olarak görüldü. 

Suudi prensi Salman ise gücünü hem ailesinden hem de mevcut statüsünden alıyor. Salman hanedanın en ektili ailesine yani Sudeyrilere mensup biri. Aynı zamanda bundan önce göreve geldiği askeri ve istihbarat görevleri Salman'ın popülerliğine popülerlik katıyor. Bu da modernleşme sürecindeki "güçlü figür" tarifini Suudiler nezdinde karşılamaya yetiyor. 

Modernleşen Suudiler neye yarayacak?

Suudi Arabistan'ın modernleşmesiyle Batılı Emperyalist ülkelerin Ortadoğu'da el yükselteceği ilk akla gelen varsayım. Bunun yanı sıra hem işlevsel hem de etkili bir güce sahip Arabistan'ın İran karşısında dayanak oluşturması da pekala mümkün. Amerika'nın İsrail ile normalleşmeleri de dayatarak Suudilere yaptığı askeri destek ve harcamalar Ortadoğu'nun geleceğine dönük planlamalar olarak okunuyor. Bu süreçte de İran'ın ektisinin kırılması öncelik taşıyor. Zira İran sadece Suriye ve Irak sahasında IŞİD'e karşı mücadelede değil aynı zamanda Yemen'de Suudilere karşı da askeri olarak sahada. Aynı zamanda Şii inancının merkezi görülen İran'a dönük etkiyi kırmanın bir varyantı da Vatikan üzerinden ilerliyor. Buradaki hedef ise Şii inancının etki merkezini İran'dan çıkararak Irak'taki Necef ekolünü büyütmek. 

Yani emperyalist ülkelerin başlıca hedefi Ortadoğu'da kendilerine karşı doğabilecek ya da mevcut, askeri ve kültürel merkezleri tasfiye ederek süreci ilerletmek. Ancak bu o kadar kolay bir başlık olarak görülmüyor. Zira Amerika'nın yaşadığı geriye düşüş ve emperyalist merkezlerdeki hegemonya krizi bazı lokasyonlarda kendisi hissettiriyor. Esasında Suudi prensinin, petrol fiyatları ve üretim kapasitesi konusunda yaşanan tartışmalarda, zaman zaman "burnunun dikine gidebilme cesareti" ise buradan geliyor. 

Hem modern hem monark: Mümkün mü?

Suudilerin modernleşme çabasında attığı adımlar Suudiler nezdinde hafife alınır türden değil. Kore popu olarak bilinen konserlerin tertip edilmesi, çölde tarım çalışmaları, uzay ajansının faaliyetleri, metaverse yatırımları, rock müzik konserleri, kadın djler, kadın futbol takımlarının kurulması gibi bir dizi yeni adım var. Suudi Arabistan'daki cadılar bayramı etkinlikleri Türkiye'de gericiler arasında da epey tepki uyandırdı.

Peki modern dünya hem hükümdarlığı hem de monarşiyi bir ara kaldırır mı?

Cevabı sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda vereceksek gayet basit: Neden olmasın!

Zira bugün kapitalistlerin etki ve devinimlerine bakıp bir de onlardan daha "ilerisini" beklemek mevcut sisteme gereğinden fazla olumlama taşıyor. Ancak kapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı krizin önceliği gemiyi kurtarmaktan başka bir şey değil ve bunun için her şeyi yapabileceklerine dair örnekler geçmişte yaşandı. 

Suudi Arabistan'ın hem monark hem de modern olma denklemi bırakın kabul görüp görmemeyi, Afganistan'daki Taliban rejimi için örnek dahi yaratabilir. Zira Taliban konusunu da dünyanın "modern" merkezlerinin sessizce olağanlaştırması gözden kaçmıyor. Dolayısıyla şeriat kurallarının biraz esnetildiği ve petrol gelirleri dışında da yatırımların konusu olan Suudi Arabistan batı dünyasını rahatsız etmeyecektir. 

Son olarak İngiltere Kraliçesi Elizabeth'in ölümünden sonra yaşanan cenaze töreni, taziye mesajları ve dünya liderlerinin kurduğu ilişkiler bunun için yeterli zeminin olduğunu gösteriyor. Yani Suudiler cesaretini kendi hedeflerinden önce bunu hayata geçiren batılı emperyalist ülkelerden alıyor.