Kürt açılımı ve Rojava devrimi

Çok uzun yazıyorlar ve çok uzun konuşuyorlar. Sözcükleri ayıklayarak bir “sonuç” cümlesi bulmak, metni takip ederek “hah, işte burada şunu diyor” demek, bazı örneklerde çok zor oluyor. Uzatıyorlar derken, klasik siyaset erbabı gibi lafı dolandırıyorlar, boş konuşuyorlar demek istemiyorum. Farklı bir şey bu belki de içine yerleşme azminde oldukları bölgenin siyasal karmaşası ve “derinleşerek” ikna zarureti, her an her yöne akma imkânı, uzun yazmayı ve uzun konuşmayı gerektiriyor.

Aslında Türkiye’de AKP dışında en çok onların, BDP-PKK’nın sesi duyuluyor. Diğerlerinin sesi, sokakta arkalarına kitleyi almışlarsa işitilebiliyor. Siyaset iki partinin pazarlığına, “demokrasi” dedikleri şey de bu iki parti arasındaki tartışmalara indirgenmiş gibi.

Belirsizliklere rağmen, siluet halinde de olsa durum zaman zaman daha net seçilebiliyor.

Anladığımız kadarıyla, PKK-PYD Roja-va’da bir devrim gerçekleştirdi. Kuzey Irak’ta Barzan aşiretinin oluşturduğu yarı-kurtarılmış bölgenin daha seküler ve modern bir versiyonu Kuzey Suriye’de oluşturuluyor. AKP önce buna karşı çıktı. Sınırda “allahuekber” diye böğürerek kafa kesen katillere ÖSO içinde her türlü askeri ve lojistik yardımı yaptığı için, sınırın Türkiye tarafındaki Kürtler arasında büyük heyecan yaratan bu devrimi tepkiyle karşıladı. Bu noktada, muhtemelen ABD devreye girdi ve Salih Müslüm’ün Türkiye’yi ziyareti sağlandı.

Salih Müslüm, Türkiye’den destek istedi. Onlar da Beşşar’ın yıkılmasını istiyorlardı, devlet kurma niyetleri yoktu, sadece temel ihtiyaçların sağlanması için örgütleniyorlardı. Bu arada Selahattin Demirtaş, “Kürtler savaşın gidişatını değiştirebilir” dedi ve bunun için “Batı ülkeleri, ABD dahil, Suriye Kürtleri ile uygun bir ilişki tesis etmeli” diye ekledi böylece, emperyalizmden bir sayısal puan daha almış oldu. Fakat bu da kesin değil bir hafta sonra başka bir şey de söyleyebilir. Dedik ya, her an her şeyi aşırı uzatarak söyleyebiliyorlar.

Fakat bu arada Rojava’daki dengeler zorlanmaya başladı. Kürt Yüksek Konseyi üyesi suikasta uğradı ve sosyal medyaya dehşet verici katliam görüntüleri düşmeye başladı. Şeriatçı alçaklar, kadın çocuk demeden bölgedeki Kürtleri öldürüyor, elleri arkadan bağlı Kürt delikanlıları yere yatırıp kurşunluyorlardı. Rojava’daki katliamlara yardım ve yataklık edenin AKP hükümeti olduğunu bütün dünya biliyor. soL gazetesi, ÖSO’nun Antep’te toplanarak Kuzey Suriye’deki Kürt devletini engelleme kararı aldığını duyurdu.

Bu arada iyice sıkışan, yaklaşan kitle hareketlerinden korkan AKP’ye İmralı’dan bir cankurtaran simidi atıldı. Önderlik, BDP’nin HDP’ye dönüşerek bir sol parti oluşturmasını emretti. Partinin eş başkanlarından biri Türk, diğeri Kürt olacak ve bu parti bütün solu (!) kapsayacak, seçimler öncesi yeni bir kitle hareketi doğacakmış. BDP kurulları derhal olağanüstü toplantı yaparak bu ani manevraya nasıl uyum sağlayacaklarını tartışmaya başladılar. İnsanlar, nereden icap etmiş olabilir diye düşünürken, Ahmet Türk gene manidar bir laf etti: Öcalan kendisine, herhalde iyi saatte olsunlardan ilham alarak, “Gezi’yi iyi okuyamadınız” demiş. Bak sen şu işe! Aslında Öcalan da başlangıçta “iyi okuyamamış”, Ergenekon uyarısında bulunmuş, “açılım” tehlikeye düşer diye kaygılanmıştı. Ne değişti?

Anlaşılan AKP, sınırda donatıp Suriye’ye saldığı katillere Rojava devrimini boğdurmaya çalışırken, içerde de Kürtleri solcularla birleştirerek Haziran isyancılarını bölüp etkisizleştirmeye karar verdi. Sol muhalefeti Haziran kitlelerinden ayırarak BDP’nin kuyruğuna iliştirecek. “Gezi’yi iyi okuma” ihtiyacı buradan kaynaklanıyor. Yeni bir okuma bu siyaset denilen şeyin, omurgadan vazgeçtik, biraz kemikli, hatta kılçıklı olması gerektiğini düşündürüyor. Sol yeni bir partide BDP’nin kuyruğuna takılarak AKP lehine demokrasi gösteri ve tatbikatı yaparken, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen kitlenin öncüleri, TGB’ye yapıldığı gibi, “terörist” denilerek bileklerinde kelepçeyle tutuklanacak ve sokaktaki muhalif kitlelere korku salınacak. Korku iktidarlara ve onlara mecbur kalanlara neler yaptırıyor, şaşmamak elde değil…

BDP, HDP ya da hangi isim altında olurlarsa olsunlar Kürt ulusalcılarının kendi kaderlerini tayin etmelerini, hani vardı ya ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, işte o hakkı kullanmalarını “sol” ve “sosyalizm” sözcüklerini artık telaffuz etmemelerini, Haziran Ayaklanması’na ve yaklaşan Eylül-Ekim ayaklanmalarına bulaşmamalarını, Rojava’da AKP’nin sınırdan geçirdiği kadrolar ve silahlarla katledilen Kürtlerle ilgilenmelerini, bir adet “ezen ulus sosyalisti” (!) olarak temenni ediyorum. Çatı partilerinin çatısı altına girecek sahici sosyalist bulabileceklerini de sanmıyorum.