"Yağmacılar" üzerine...

İstanbul ve Trakya’da yaşanan sel felaketinin ardından ortalığa saçılan eşyaları yağmayanlar tüm basında “felaketi fırsat bilen yağmacılar” olarak tanımlandı ve en sert biçimde lanetlendi. Benzer yağmalama olayları 1999’da yaşanan Marmara ve Düzce depremleri sonrasından da yaşandı. O zaman da yağmalama olaylarına karışanlar “felaket fırsatçıları” olarak lanetlendi ve bir kısmı da yargılandı.

Sözlük anlamı olarak yağma, çeşitli nedenlerle zaafa düşmüş ya da düşürülmüş olan insanların varlıklarının zor kullanarak ele geçirilmesi, gasp edilmesi olarak ifade edilmektedir. O halde sel, deprem gibi “doğal” olarak tanımlanan felaketler ardından veya savaş, iflas, sürgün gibi “doğal olmayan” felaketler ardından ekonomik veya fizyolojik olarak zayıf düşenlerin elinden varlıklarının alınması tek bir sözcükle “yağma” sözcüğü ile ifade edilebilir.

Aslında “yağma” sözcüğü anlamı itibariyle kapitalist sistemde sermaye birikimi sağlama koşullarını da önemli ölçüde tariflendirmektedir. Aralarındaki en önemli fark “yağma” yasal bir alt yapı oluşturulmadan gerçekleştirilirken, sermaye birikiminin yasal zemini oluşturulur ve devlet güvencesinde “meşru” hale getirilerek gerçekleştirilir. Bu nedenle sermaye birikimi sağlamak için gerçekleştirilen yağmayı “nitelikli yağma” diğerini ise -niteliksiz- “adi yağma” olarak adlandırabiliriz. Her iki yağma türünün de kurbanı zayıf, düşkün insanlar olmakla birlikte “adi yağma”nın zarar verdiği kesim son derece sınırlıyken, “nitelikli yağma”, insanlığın çok büyük bir kesimini oluşturan geniş toplum kesimlerini kapsar. Dolayısıyla “nitelikli yağma”nın ortaya çıkarttığı toplumsal zarar çok daha büyük olur.

Öte yandan “adi yağma” kurbanlarının zaafa düşmelerinde yağmacıların etkisi yoktur ve genellikle yağmalanacak ortam “doğal” olarak tarif edilen felaketler sonucunda ortaya çıkar. Oysa nitelikli yağmayı gerçekleştirenler, kurbanlarının zayıflaması ve kolayca yağmalanacak hale getirilme koşullarını kendileri hazırlar. “Nitelikli yağma” koşullarının hazırlanması ve gerçekleştirilmesi kapitalizm ile sistematik hale getirilmiştir. Bu bağlamda, kapitalizmin gelişim süreci içinde dünya nüfusunun çok önemli bölümü “nitelikli yağma”nın kurbanı durumundadır.

“Doğal” felaketler sadece “adi yağma” için değil “nitelikli yağma” için de fırsat yaratır. Zira kapitalizm “nitelikli yağma” ile bir taraftan felaketler oluşturacak biçimde doğal dengeyi bozarken, diğer taraftan bozulan doğal dengenin ortaya çıkarttığı felaketlerden geniş toplum kesimlerinin korunma olanaklarını elinden alır. Böylece, 1999 depremleri ve son selde olduğu gibi sermaye dışında kalan toplum kesimleri felaketi canlarıyla, mallarıyla öderken bu felaketi fırsat bilen “adi yağmacılar”, ortalığa düşen üç beş parça eşyanın peşinde tüm lanetleri üzerine alıp, suçlu duruma düşerler. Oysa “nitelikli yağmacılar”, bir yandan yıkılan yolların, binaların yeniden yapımı için alacakları ihalelerden gelecek paraları hesaplarken, diğer yandan göz diktikleri arazileri ele geçirmek üzere planladıkları “kentsel dönüşüm projelerini” yaşama geçirecek bahaneleri oluşturmaktadır.

“Adi yağmacılar” ile “nitelikli yağmacılar” arasındaki en önemli bağ bugünün “adi” yağmacılarının yarının “nitelikli” yağmacıları, bugünün “nitelikli” yağmacılarının ise dünün “adi” yağmacıları olmasıdır. Her ikisi arasındaki ince çizgi ise “adi” yağmacı suçlamasıyla karşılaşmadan yani “namusa” halel getirmeden “nitelikli” yağmacılığa geçebilmektir. Bu beceriyi gösterenler “felaketi fırsat bilen yağmacıları” lanetleyen “erdemli” insanlar olarak cemiyet hayatımızda “onurlu” yerlerini almaktadır (!)