Elveda Sosyal Demokrasi!..

19. yüzyılda tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan sınıfsal çelişkiler ve işçi sınıfı mücadeleleriyle tavize zorlanan kapitalizm, çözümü işçi sınıfını kendi içerisinde bölmek ve sistemle uyumlaştırmakta bulmuştur. Özellikle II. Enternasyonel’de yaşanan tartışmaların ardından Marksizm’den önemli ölçüde kopan işçi sınıfı önderleri, toplu pazarlık düzeni içerisindeki sendikaları ve sosyal demokrat partileri sistemle uzlaşının araçları olarak görmüşlerdir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist ülkeler, güçlenen sosyalist blok karşısında sosyal demokrasiyi kendi işçi sınıflarının sosyalizme ve komünizme yönelmesini engellemenin aracı olarak kullanmışlardır.

Kapitalizmin “sosyal demokrasi”nin ardına gizlenmesi ve onu deyim yerindeyse “Truva atı” olarak kullanmasına en iyi örnek, sosyal demokrat düşüncenin temellerinin atıldığı ülke olan ve savaş sonrasında kapitalizmin vitrini haline gelen Almanya’dır. Almanya’da sosyal demokrat hareket, 20. yüzyılın henüz başlarında işçi sınıfını temsil etmek iddiasıyla sosyalizme alternatif olarak ortaya çıkmış ve soğuk savaş döneminde de birçok kapitalist ülke tarafından örnek alınmıştır.

1970’lerden itibaren sosyal refah politikalarını terk edip doğrudan işçi sınıfının haklarına karşı saldırıya geçen kapitalizm içerisinde artık sosyal demokrasinin “kapitalizm içinde işçi sınıfı haklarının korunabileceği” yönündeki söylemi çökmüştür. Özellikle Doğu Bloğu’nun dağılması ve soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte kapitalizm içinde var olma zemini tamamen kayan sosyal demokratların sermaye dışı toplum kesimlerinin güvenini yitirmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. İşte bu noktada sosyal demokrat harekete -kendi kendini yok etme pahasına- son bir görev daha verilmiştir. Bu görev neoliberalizmin işçi sınıfı için en can yakıcı olan uygulamalarının sosyal demokrat hükümetler eliyle uygulanmasıdır.

Özellikle 1990’lı yıllarda İngiltere (İşçi Partisi) ile birlikte Almanya (Sosyal Demokrat Parti-SPD) ve Türkiye (SHP, DSP) gibi ülkelerde sol görünümlü partiler ve sosyal demokrat partiler, tek başlarına geldikleri ya da koalisyonlar içerisinde yer aldıkları iktidarlarda neoliberal uygulamaları yaşama geçirmişlerdir. Sonuç olarak da beklendiği gibi önce iktidardan uzaklaşmışlar sonra da siyaset arenasında erimeye başlamışlardır.

Hafta sonu Almanya’da gerçekleşen seçimlerin sonucu sosyal demokratların gelmiş oldukları “ibret verici” noktayı tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Sadece Avrupa’da değil tüm dünyada sosyal demokrat hareket için öncü olan SPD, müthiş bir hezimet yaşamıştır. Hezimetin nedeni açıktır. En ileri sosyal güvenlik uygulamalarına sahip olan Almanya’da SPD, -bizdeki SSGSS’ye karşılık gelen- Hartz IV gibi yasalarla sosyal güvenlik sistemini tasfiye etmiş, sağlıktan eğitime hemen tüm kamu hizmetlerini piyasalaştırmış, esnek çalışmayı yaygınlaştırmıştır. Geniş toplum kesimleri, bu uygulamaları yaşamlarında giderek daha belirgin biçimde hissettiğinde de sosyal demokratlara “hak ettiği” cevabı vermiştir. Bu cevap, aynı zamanda bugüne kadar SPD ile birlikte sistemle uzlaşan DGB ve onun çatısı altındaki sendikalara da yöneliktir. İşçi sınıfının en temel hakları ortadan kalkarken SPD’nin kuyruğundan ayrılmayıp ona destek olan sendikal yapılar da yaşanan bu süreçten sorumludur ve seçim sonuçlarındaki hezimetten onlar da üzerlerine düşeni almalıdır.

Sözün özü: Artık sosyal demokrat partiler ve onun peşinden giden sendikal yapıların inandırıcılığı kalmamıştır. Sosyal demokrasinin gerçek yüzünün ortaya çıkmasıyla birlikte, işçi sınıfının sorunlarının gerçek nedeninin kapitalizmin kendisi olduğu ve çözümün de ancak sosyalist mücadeleyle gerçekleşebileceği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla artık sosyal demokrasiye “elveda” demenin ve onu tarihin çöplüğüne yollamanın vakti gelmiştir!