Hocaefendi’nin Şair ve Şiir Hutbesi

‘Hutbe’ diye salladım ama, bilmem, belki de “fetva’dır? ‘Öğüt’ ya da ‘hüküm’, bilenler nasıl olsa doğrusunu anlar diye bunu geçiyorum.

Bunu geçiyorum da, durduk yerde kendi başıma açtığım derdi kolay geçecek halim yok. Her şey, sabah sabah, başka işi yokmuş gibi, şeytanın gelip içimde üfleye püfleye dolanmasıyla başladı. Şeytana uyup, kendi kendime, “Mülkiyeden Harbiye’ye her konuda fikir beyan etmiş olan Hocaefendi’nin, mutlaka şiir ve şairler konusunda da bir hutbe (ya da fetva) sı vardır!” demez olsaydım! Aklıma düştü bir kere, gel de teknolojinin nimetlerini ‘parmaklama’! Bir parmak ucu uzandım ki “Yuh be, tüh, günaha gieceksin!” demeye kalmadı, ‘youtube’ karşımda açıldı! Cin çarpsa daha az korkardım! Bir sigara yaktım, bir bardak su içip yatışmaya çalıştım. ‘Oynatmaya başlasam mı, başlamasam mı’ diye düşünürken, bu kez, şeytan parmağımın ucunda ‘fare’yle hoplaşmasın mı! Ben daha ‘Hoplaşma!’nın ‘hop’undayken film ‘start’ alıverdi! Fethullah Hocaefendi, başında beyaz takkesiyle, bizim evde, karşımda! ‘Şuarâ Suresi’ni açıklıyor. Şairler ve şiir hakkındaki fikirlerini. Sure'nin ‘indiği’ zamandan kasıtla ve Sure’nin ‘inme’ gerekçesini “Şairler küstahlaşmışlar...Başı dönmüş, bakışı bulanmışlar” diye açıklarken, öfkeyle ağlama arasında harmanlanan bakışlarıyla, ahaliyi süzüyor! Sonra, “Güçlerini Kur’ana vermiş olan bazıları”nı ise “iyi şairler” olarak ayırmak gerektiğinden söz edip, takkesinin arkasından ensesini kaşıyor ve konuyu günümüze getiriyor: “Yeni dirilişi temsil edecek insanların, o sure’den nasibi büyük olacak. Akif merhumla başlayan, Necip Fazıl’la devam eden, Sezai Bey’le sürdürülen bir alemde şiir yeniden bizim çizgimizde, düşünce dünyamızda önem arzedecek!” Sözcüğü sözcüğüne aynen böyle söylüyor. İnanmayan açıp dinler!

Gördüldüğü gibi, şeytana uyup, sabah sabah yine derde sardım başımı! Artık, gözyaşımdan toplasınlar kirpiğimi kaşımı! Ne küstahlığım kaldı, ne bakışı bulanmışlığım...

Bu kadar olsa iyi... ‘Kılıçtan geçirme’ gözdağına kadar devamı var!

Malûmunuz, ‘Şuarâ’ şairler demektir. Yani sözkonusu surenin adı: ‘Şairler Suresi’dir. 227 ayetten oluşan surenin 224 ayeti Mekkî ( yani Mekke’de ‘inmiş’) sonrakiler Medenî (yani Medine’de ‘inmiş’) tir.

Ulemanın yorumları da aynen böyledir ve zaten ben de bu bilgileri hiçbir yorum eklemeden onlardan aktarıyorum: Hazreti Muhammed, Tanrı’nın kendisini şair değil Peygamber olarak yarattığını düşünür. Döneminde kimi şairlerin, O’nu şair, Kur’anı da şiir olarak adlandırmasına hayli öfkelidir. Başka ayet ve hadislerde de bu öfkenin nedenleri ve izleri görülmektedir. Sözgelimi: “Biz Muhammed’e şiir öğretmedik zaten ona yakışmaz (yani şairlik)...” (K.36, Yasin Suresi, Ayet 69) Yine: “ Kur’an şerefli bir elçinin getirdiği sözdür o şair sözü değildir...” ( K. 69, Hakka Suresi, Ayet 4042) Yine: “(Ey Muhammed) Yoksa senin için öyle mi –yani şairdir mi- derler? De ki, zamanın onun aleyhine dönmesini bekliyoruz! De ki, ‘gözletin, ben de sizinle birlikte gözlemekteyim’...!” ( K.52, Tûr Suresi, Ayet 2933)

Hadislerde ise, sözgelimi: “Benim, Tanrı’nın mahlûklarından en ziyade nefret ettiğim kimseler şair (ler) ve mecnunlardır...” ( Bkz. Taberi, age, 1966, C.11, s. 967) Yine: “Sizden birinin karnının içi şiir dolmaktansa, irin dolması hayırlıdır...” ( Bkz. Sahihi, cxıı, s.156 Hadis no:2006)

(Kendisini yeren şairleri kılıçtan geçirtmesi, övenleri ödüllendirmesi ile ilgili ise Bkz. Sahihi, cxıı, s.156 Hadis no: 2006)

Şuarâ Suresi’nin Medine’de ‘inen’ ve 224. Ayet’le başlayan son dört ayetin içeriği bütünüyle şairlerle ilgilidir. Mekke’de ‘inen’ ayetlerin son üçü bunun köprüsü gibidir. 221. Ayet, “Şeytan’ın kime ineceğini size söyleyeyim mi?” der. 222. Ayet, “Onlar aşırı yalancı ve günah düşkünlerine iner!” der. 223. Ayet, “Onlar çoğu yalancı olan Şeytanlara kulak verir!” der.

Şuarâ Suresi’nin, Medenî (yani Medine’de ‘nâzil’ olan) ayetleri ise şöyle buyurur: 224. “Ve şairlere de akılsızlar ve ziyankârlar uyar...” 225. “Görmez misin ki, hiç şüphe yok, onlar her vadide sersemce dolaşıp dururlar...” 226. “Ve hiç şüphe yok ki, onlar, yapmadıkları şeyi söylerler...” 227. “Ancak, inananlar, iyi işler içinde olanlar ve Allah’ı ananlar ve zulme uğradıktan sonra yardıma mazhar olanlar müstesnâ...”

‘Büyük bir acıyla’ söylemeliyim ki, ‘müstesnâ’ olmadığım kesin! Bu benim kaderim: pirelendiği konuda harlamak, yani şu lânetli şairlik işi. Anlamadığım, bu cehennemlik kaderin (yani başı dönmüş, bakışı bulanmış şairlik halinin) alnıma hangi günahın sonucunda, neden yazıldığı?
Ey Zaman’e şairler, aman ha, Hocaefendi’ye kulak verin! Öyle ya: inancın buyruklarını, işine geldiği kadarıyla değil, hakkıyla dinlemek gerekir ve onlara harfiyen uymak. Başka nasıl ‘müstesnâ’ olunur? ‘İlahi aşk’ adına, zinhar!

Yoksa, farkında olmadığımız, bilmediğimiz şeyler mi var? Sözgelimi, ateist Nâzım’dan Başbakan’ın dizeler, Meclis Başkanı’nınsa mezarında dua okuması Zaman ve diğer dinci medyanın ‘sol’ dönüşlü şairler çalıştırması, Allah’ın şairler ve şiir hakkındaki hükmünü içeren ayetler ve Peygamberin hadisleri ve Hocaefendi’nin konu hakkındaki yorumlarına karşı bir ‘açılım’ içinde olduklarının mı ifadesi? Eğer böyleyse... Tövbe, tövbe! Tövbe, tövbe!