Yüzde 52’yi alkışlamak…

Demirtaş, “alkış” vakasına derinlik katmış oldu. “Ben Erdoğan’ı değil, ona oy veren yüzde 52’yi alkışladım” açıklaması gerçekten tartışmaya değer. Selahattin Demirtaş’ı değil de, bu yaklaşımı…

Yeni bir tartışma değil elbette bu. “Halk” kavramının şekilsizliği, barındırdığı muğlaklık başa her zaman bela. Pek az kavram sosyolojik ve siyasi bağlamlarda bu kadar geniş bir marj içinde anlam kazanmış. Biraz da bu nedenle “halk” aynı zamanda tüm siyasi hareketlerin hegemonya mücadelesinin konusudur.

Solun hemen bütün kulvarları, halkçı bir damar yakalama, o damarı temsil etme iddiasındadır. Başka türlüsü zaten olmaz. Sonuçta bir ülkenin ileriye doğru hamle yapması için gerekli unsurların (kültürel, ideolojik, siyasi) korunup yeniden üretileceği toplumsal zeminden söz ediyoruz. Bu toplumsal zeminin sıfırlandığı ya da daraldığı ülkelerde devrimci hareketin işinin çok zorlaşacağı açık. Buna ek olarak, sözünü ettiğimiz toplumsal zeminin siyasal hareketler açısından steril ortamlar sunmayacağı, tarihsel süreçlere bağlı olarak özgül karakter kazanacağı unutulmamalı. Bu anlamda halkçılık kendi başına uzak durulması gereken bir akımken, devrimcilik iddiasındaki her hareket halkçı bir yan taşımak durumunda.

Ancak, ileriye doğru hamle yapılması için gerekli unsurların korunup yeniden üretileceği toplumsal zemin, tek başına “nicel” büyüklükler üzerinden tarif edilemez. Dahası, toplumsal olan her zaman “ileri” olanı taşımaz. İnsanlık çok eski zamanlardan bu yana iyi, doğru ve güzel kavramlarını durup dururken geliştirmedi. Toplumların bütün değer sistemleri aslında bu üç kavram etrafındaki çatışmalar üzerinden şekilleniyor. İşte burada “halk”, eğer sosyolojik bir tanımın içine sıkıştırılmayacaksa iyi, doğru ve güzeli içinde barındırabilen bir toplumsallıktır.

Çok kaşınsa da, çarpıcı olduğu için vazgeçemeyeceğimiz örnek Hitler Almanyasıdır. İşsizinden, sanayi işçisine, teknik elemanından köylülüğe, başka bir konjonktürde rahatlıkla halk olarak nitelendirilebilecek bir kesim Nazi çılgınlığının peşinden gitmişti. Bu toplam, “halk” değildir.

İyi, doğru ve güzel oradan çıkmamıştır. Kızıl Ordu faşizmin hakkından geldikten sonra neredeyse tamamen yıkıntıya dönüşmüş bir ülkenin yarısında iyiyi, doğruyu, güzeli taşıyacak bir kuruluş için, Demokratik Almanya için kollar sıvandığında, yalnızca katiller değil, Hitler’i destekleyen milyonlarca kişi de bir kenara ayrılmış, onlara kuşkuyla yaklaşılmış, bu kolektif suçun parçası olmayanlara yaslanılmıştır. Yüzde 20 midir, 30 mudur, bunu bilemem. Ama “halk” odur, oradadır. Diğerleri çok açık ki bir sağıltım konusudur.

Şimdi Demirtaş bizdeki yüzde 52 için, “onlar halk” demiş. Tercihlerine saygılıymış.

Mesele de burada.

O yüzde 52, bu coğrafyada iyiyi, doğruyu, güzeli taşıyan bir toplumsallık değil. Bunu söylemek, bu geniş ve çoğunluğu ezilenlerden oluşan kesimi yok saymak anlamına gelmiyor. Türkiye’de geçmişten bugüne süzülerek gelen ülkenin ileriye doğru hamle yapması için gerekli unsurlar orada kendilerini koruyup yeniden üretemez. İyinin, doğrunun, güzelin bu geniş toplumsallığa taşınması, öncelikle iyinin, doğrunun, güzelin kendisine yaşam alanı bulduğu ve direndiği toplumsallıkta kendini güncellemesine bağlı. Güncelleme, siyasi ve ideolojik boyutları olan bir işlem.

Kavgamızda tıkanılan, patinaj yapılan yer tam da burası.

Ve eğer yüzde 52’ye “halk” demeye başlarsak kavgayı gerçekten kaybetmeye başlayacağız. Erdoğan’ı destekleyenlerin “halk” olmadığını söylemek “halk düşmanlığı” değil, bu coğrafyadaki halkçı damarların yok edilmesine karşı çıkma iradesidir.

Yüzde 52, kötü, yanlış ve çirkin değildir iyiyi, doğruyu ve güzeli taşıyamamakta, farkında olmadan onları öldürmektedir. Böyle bir toplumsallığa saygı duyarsanız, onları kötüye, yanlışa, çirkine teslim edersiniz.

Halkçılık bu değildir.

Buraya kadarı, sınıfsal özelliklerinin üzeri örtülmüş bir nicel büyüklük olarak yüzde 52’yle ilgili. Peki, çoğunluğu emekçi sınıflardan olan bu toplam, Türkiye işçi sınıfı hareketi açısından gözden çıkarılabilir mi? İşçi sınıfının “halk adına” konuşabilmesi için yüzde 52 nasıl kategorize edilebilir? Yüzde 52’yi bir düzlemde, Erdoğan’ın peşinden giden kalabalık olarak değil de, emekçi kitle olarak görmek mümkün mü? Bu soruyu da bir sonraki yazıda yanıtlamaya çalışalım.