Sol olamadık sos olalım

Dünkü yazım kara, karla mücadeleye yenik düştü. Düşmeseydi ne yazacaktım? AKP zorbalığına, onun yürek ve akıllara düşürdüğü karanlığa rağmen direnmeyi ve gülmeyi becerebildiği için öldürülen hiç tanımadığım ama bir yandan da bayağı tanıdık Nuh kardeşimizi?

Katil de yazılabilirdi, tanımama zaten gerek yok, öte yandan çok ama çok yakından tanımaktayız onu. Anlamak istemeyenlere hatırlatırım, bunlar öyle bir avuç psikopat filan değil, AKP Türkiyesi’nin örnek vatandaşlarıdır ve kimi aklı evveller tarafından saygı duymamız gerektiği söylenen bir toplamın “öncü” ve de “gelişkin” kollarıdır.

Aşağı yukarı cinayet işlendiği saatlerde, Meclis’te de öldürmek için saldırmışlar. Zaten ikisinden aynı anda haberdar oldu birçok kişi. Çekiç değil de bıçak geçirselerdi ellerine örneğin, daha kontrollü hareket etmeyecekleri açık. Zaten ne siyasette, ne gündelik hayatta, ne iç politikada ne dış politikada ayarları var. 

Ve şu anda yaşadıkları tam anlamıyla duvara çarpma halidir. En zararlı anlarıdır ama en tehlikeli dönemleri değildir bu. En tehlikeli dönemleri, onları özgürlükçü, demokrat, çözümcü, ilerici, devrimci olarak pazarlayanların hâlâ solcu diye ortalıkta dolanabildiği dönemlerdi. Şimdi bu ancak yarım ağızla becerilebiliyor, demek ki, iktidar meşruiyetini hızla kaybediyor.

Bu kaybın nedenlerini ve sonuçlarını da yazabilirdim. Ancak tadı kaçtı, memlekette pencereden saksı düşse, seçim ittifakını gündeme getirip, “işte gördünüz mü, şimdi birleşme zamanı” diyen bir “aydın” türedi. Dün AKP yükselişte ve konsolidasyon peşindeyken “her şey AKP’den ibaret değil”, “faşizmden söz etmek bilimsel titizliğe uymuyor”, “laiklik vurgusu çok öne çıkmamalı”, “bütünsel yaklaşım gerek” uyarılarının sahipleri, bugün birer reel siyaset virtüözüne dönüşmüş durumda.

Tadı kaçtı dedim, bir de sanırım zamanı gelecek, sağlıklı bir tartışma yapılmasının zemini oluşacak öncelikle.

Öncelikle ve hızla…

İttifak nedir, seçim ne anlama gelir ve devrimci bir perspektife nasıl yerleşir, bunlara ilişkin söyleyeceklerimiz elbette var. Ama bugün bir yanlışı, daha doğrusu çarpıtmayı düzeltmekle yetinebiliriz.

Devrimci solun şu ya da bu partiyle işbirliği ya da ittifak yapmamasını, bağımsız bir hatta ilerlemesi gerektiğini söylemek, şu ya da bu başlıkta başka ideolojik-siyasi yönelimlerle buluşmamayı, birlikte mücadele etmemeyi içeren bir sekterliğin ya da marjinal tutumun savunulması anlamına gelmiyor.

Geçtiğimiz günlerde etkili bir boykot çalışması yürütüldü. Eğer artık herkes dinselleşmenin boyutlarını ve anlamını kavradıysa, kim kimin elini tutuyor? Küçük hesaplarla, eksen kaydırma girişimleriyle değil ama… Yalın, hedefi belli bir mücadele. 

Metal işçisi “grev” diyor. Hükümetse “yasak”. İttifaktan söz ediliyor, adı çok fazla geçen iki parti bu işlerden sorumlu “temsilcileri” aracılığıyla değil, doğrudan el atsa idi bu konuya, iktidar-patron bloğu neye uğradığını şaşırırdı. Bunu yapmaları için protokole, ilkelere filan gereksinim yok. Somut, hayatın ihtiyaçları…

Sonra Türkiye’ye NATO füzeleri gelmişti, onlar geri gitmedi, personel de, silah da yenileniyor.

Kim bunun için ne yapıyor? 

Yoksa bütün bu başlıklara odaklanmak, mücadele içinde buluşup birliği öyle sağlamak, AKP sonrasındaki seçeneğin olgunlaşmasına mı engel?

O seçenek başka bir düzlemde olgunlaşıyor da, sola sos olması mı söyleniyor?

Kalsın…

Yemek güzelse, sosa ihtiyaç kalmaz. Kötü hazırlanmış bir yemeği ise baharata, sosa boğsan kurtarmaz.