Liderler nereye kayboldu?

Kemal Okuyan'ın “Liderler nereye kayboldu?” başlıklı yazısı 25 Şubat 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Raul Castro’nun emekliliği tartışılıyor. Doğal, sonsuza kadar görevde kalacak değil. Fidel, aktif siyasetten elini ayağını çekeli çok oldu. Latin Amerika’nın son on yılına damga vuran Chavez ağır hasta. Dünyanın geri kalan kısmında, derin düşünceyle etkili eylemi yan yana getiren, kitlelere umut veren, insanların kendileriyle özdeşleştirdiği bir lider yok. Ortada güçlü bir emekçi, halk hareketi de olmadığından bu eksiklik doğal karşılanabilir ama bana göre çağımızın liderden çok, ekip ruhuna gereksinimi var.

Karşı tarafı saymıyorum bile. Orada “lider”ler yaratılıyor. “Onlar birer kukla” anlamında değil. Uygun özellikleri taşıyanlara uluslararası güç odakları ve sermaye sınıfı muazzam bir kaynak aktarıyor. Bu aktarım işi gerçek bir tasarıma dönüşüyor, medya manipülasyonlarıyla ortaya yarı-sanal bir figür çıkıyor.

Bu figür geçmişin “tanrı”laştırılan liderlerinden çok farklıdır, kolay yönlendirilebilir, kolay alaşağı edilebilir özellikler taşırlar. Çünkü emperyalizmin, uluslararası tekellerin, çok güçlü liderlere çekincesi vardır. Bunun yerine istikrarı, seçilen kişilere dışarıdan güç aktararak, onları geçici süre hormonlayarak sağlarlar.

Roosevelt, bir burjuva liderdi örneğin. Obama ise yaratılmış bir balon. Roosevelt’i kolay harcayamazlardı, Obama’nın balonunu söndürmek ise oldukça kolaydır. Mussolini hem bir soytarı hem de bir liderdi, Berlusconi ise yalnızca bir soytarı. Örnekleri çoğaltabilir, Erdoğan’a kadar gelebiliriz ama bugün Tayyipsiz bir yazı sözüm var.

Tam anlamıyla bir tüketim mekanizması işliyor burada. Artık özel bir tarihsel kesitle özel kişiliklerin çakışması sonucu ortaya çıkmıyor liderler. Liderler o anki ihtiyacı karşılamak üzere üretiliyor ve ihtiyaç değiştiği anda yok ediliyorlar.

Bu yapaylık, geçici süreliğine liderlere eşsiz bir güç veriyor daha önceki liderlerde olmayan bir güç! Eskiden tanrılaştırılıyordu dedik. Tanrı yanılmaz, tanrı yanlış yapmaz. Oysa bugün kapitalizmin liderleri, arkalarındaki para ve medya gücü sayesinde son derece pespaye bir görüntüden bile pozitif enerji çıkarabiliyor. Dünyanın sayılı emperyalist ülkelerinden Fransa’nın bir önceki Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye bir bakın? Ve söz gelimi de Gaulle ile kıyaslayın! İşgal altında başlayan liderlik serüveninde Fransız burjuvazisi için son derece kritik kararlara imza atan de Gaulle, kendisinin tırnağı bile olamayacak Sarkozy’den çok daha güçsüzdür! Tuhaf ama öyle. Sarkozy’nin kepazeliklerinden onda birini yapsaydı, işi hemen biterdi.

Evet arada fark var. Biri gerçek, öbürü sentetik.

İşte bu hormonlu liderler döneminde halkların liderden çok güçlü ekiplere gereksinim duyduğuna inanıyorum. Bir kere diğer liderlerle, yani aşırı şişirilmiş liderlerle rekabet şansları yok. İkincisi, toplumlar bu yeni türde liderlere alıştı artık. Tamamen farklı bir sınıfsal temel üzerinde yükselse de halkçı liderlerin medya manipülasyonlarından, güç odaklarının ince hesaplarından uzak durmaları, onun gelgitlerinden bağımsız kalabilmeleri zor.

Bu da, liderleri korunaksız kılıyor. Korunaksız liderler bir halk hareketi için ölümcüldür.

Tekrar başa dönersek… Raul Castro Küba için mükemmel bir geçiş olmuştur. Artık Küba’da, liderin değil bir ekibin öne çıkması beklenmelidir.