İçkiyi savunun

Kemal Okuyan'ın “İçkiyi savunun” başlıklı yazısı 14 Şubat 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

TCDD ve THY içki yasağının “dibini bulmuş”!

Alkolün zararlarından söz etmeyeceğim. Bilmediğim ya da önemsemediğimden değil. Sonuçta zehir…

Kontrol altında tutulması, bağımlı hale gelinmemesi gereken bir alışkanlık.

Öte yandan insanlık kültürünün bir parçası. Yalnızca sofra kültürü değil sözünü ettiğim. Bazı tarımsal ürünlerin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi içkiye çok şey borçlu. Şarabı çıkarın, bağcılık diye bir şey kalmayacaktır insanoğlunun tarihsel serüveninde. Üretiminden tüketimine, toplumsal ilişkilere kattıkları da benzersizdir.

İnsanların birbirleriyle sohbet etmesi, bir arada eğlenmesi, birlikte zaman geçirmesi için ille de içkinin aracılığı gerekmiyor elbette. Öte yandan içkiyi insanlığın toplumsal ilişki dağarcığından eksiltin, sandığınızdan daha vahim bir çoraklıkla karşılaşacaksınızdır.

Ya toplumsal mücadeleler açısından?

İçki yasağının arkasında tek başına içip içip sapıtanları terbiye etmeye dönük ahlakçı bir tutum hiç olmadı. İçki yasağı, toplumu yönetmek, kontrol altında tutmak için de zorunlu görüldü. Çünkü, içkili mekanlar halkın toplanma, tartışma ve bilgi edinme yeri olarak da işlev görüyordu. Eski Yunan’da da böyleydi, Ortaçağ karanlığında da, Osmanlı sultasında da…

Halktan korkan, içkiden de korkar.

İçki içen ille körkütük sarhoş olmaz, ille ağlaşmaz, ille sırnaşmaz… Hassas zamanlarda içki sofralarında ciddi meseleler konuşulur, ciddi kararlar alınır, ciddi sözler verilir.

İlk madenci grevleri, İngiltere’de birahanelerde, publarda örgütlenmişti. Başka nasıl olabilirdi ki? Birçok devrimci örgütün kuruluşu, hafiyelerden gizlenebilmek için içki sofralarında gerçekleşmişti. Edebiyat topluluklarının serpilip geliştiği çok sayıda içkili lokantadan da söz edilebilir.

Fransa Alman faşistlerince işgal edildiğinde, direnişçiler buluşmalarını sıklıkla bar ve gece kulüplerinde gerçekleştiriyor ve kimi zaman orada kesiyorlardı cezasını pervasızca eğlenen Alman subayların…

Binlerce kilometre ötede yine Alman işgalcilere karşı ölümüne savaşırken Kızıl Ordu askerleri, içi votka dolu cam ya da aluminyum mataraları yanlarından hiç ayırmazlardı. Günde 100 gram hakları vardı Başkomutanlık tarafından verilen emirle garantilenen. Votka temininde sorun olduğunda yeni bir genelge hazırlanırdı, “cephede savaşan askerin votkası aksamadan ulaştırılacak” diye...

İçki sofralarında memleket kurtarılması belki bizde alay konusu olmuştur, olacak kadar da vardır hani ama “kurtuluş reçeteleri” ile alkol arasındaki tarihsel bağı yok etmeye kalkmak da başka bir tür aptallıktır.

Birçok düşünce, proje içki sohbetlerinde gelişmiş, son halini almıştır.

Engels’in imrenilesi ve tüm dostlara açık pazar günü davetleri şarapsız gerçekleşmezdi örneğin. Siyaset, edebiyat ve “lüzumsuz şeyler” gündem olurdu.

İçkinin insanı tükettiği çok görülmüştür ama bu bir zorunluluk değildir. İnsan içki sofralarında gelişmiş, dostluklarını ilerletmiş, bağlılık üretmiş, inanç ve kararlılık sahibi olmuş, aklını açmıştır.

Bundan korkulmuştur da dediğim gibi… İnsanların yan yana gelmesinden, saatlerce sohbet etmesinden çekinmişlerdir. Osmanlı’da bir dönem kahvehaneler de kapatılmıştır aynı nedenle. Fesat yuvaları kapatılsın!

İnsanı savunacaksak, içki içme hakkını cebimize koyacak, içki kültürünü koruyacak ve alkolizm ve her tür bağımlılığa karşı mücadeleyi bu bilinçle yürüteceğiz. Başka yolu yok.

Günah mı?

İnsanı yok edin, günah münah kalmaz, rahat edersiniz!