Beyin göçünün tersine dönmesi ne anlama gelir?

AKP hükümetinin bilimde en büyük başarısı olarak batı ülkelerine ve özellikle ABD’ye olan beyin göçünü durduğu ve hatta tersine çevirdiği öne sürülmektedir. Bu konuda teorik desteğin kaynağı, tahmin edilebileceği gibi, TÜBİTAK ve TÜBA’dır. Yapılan açıklamalarda, dünyanın saygın üniversitelerinden Türkiye’ye geri dönüş yapan akademisyenlerin sayısının hızla arttığı ve yürütülen çalışmalar sonucunda 2007-2013 dönemleri arasında 209 araştırmacının Türkiye’ye geldiği vurgulanmaktadır. Geri dönen bilim insanları, bu kararlarını projelerine maddi destek verilmesine ve çalışma olanaklarının artmasına bağlamaktadırlar.

Gerçekten de durum böyle mi? Sanırım önce beyin göçünün ne olduğuna bakmak gerekir:

Beyin göçü (braindrain) kavramının ortaya çıkışı İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına rastlar. Aslında 1960’lı yıllara dek, yönü ABD’ye doğru, kitlesel bir emek göçü söz konusu idi yani günümüzde kullanıldığı anlamından biraz uzaktı. Daha sonra göçün niteliği değişmeye başlayıp, kitlesellikten çıkarak ağırlıklı olarak bilim insanı, hekim ve mühendis göçü şekline dönüşmüştü. 1970’li yıllardan sonra ise doktoralı eleman göçü halini almıştır Görüldüğü gibi göç eğrisi, üretimde teknoloji kullanımı eğrisi ile açıkça paralel seyretmiştir üretimde teknoloji kullanımı arttıkça göçün niteliği de ona uyum sağlayacak biçimde değişmiştir.

Tüm bu yıllar boyunca ABD dışarıya hemen hemen hiç göç vermemiştir. Bilançosu artıda olan ikinci bir ülke ise Kanada’dır. Bunun dışında kalan tüm ülkelerde, İngiltere ve Avrupa’nın diğer ülkeleri de dâhil olmak üzere göç bilançosu eksidedir yani aldığından daha fazla göç vermişlerdir. Kanada ise bir tür ABD’ye geçiş istasyonu gibidir fazla miktarda beyin göçü alırken, bunun önemli bir kısmı sonradan ABD’ye geçmiştir.

Göç veren ülkeler iki şekilde sömürüyle karşı karşıya kalmışlardır. Birincisi bu kişilerin yetişmesi için gerekli yatırım ve harcama göç veren ülkeye yaptırılarak, bu ülkelerin kaynakları kullanılmıştır. İkincisi ise göç eden her uzmanın ülkesinde bıraktığı boşluk, o ülkeye ikinci bir zarar olarak yansımıştır. Burada söylemeye çalıştığım, örneğin göç eden bir doktor nedeniyle ülkesindeki çocuk ölüm oranını artırmasıdır.

Görüldüğü gibi beyin göçü tümüyle kapitalizmin kurallarına ve doğrultusuna göre işlemekte olan bir mekanizmayla gerçekleşmektedir. Peki, yazının başındaki iddia ne derece doğru? AKP döneminde göç gerçekten de tersine mi döndü? Bu sorunun yanıtı net bir biçimde evettir. Ancak, son on yıldır beyin göçü sadece Türkiye’de değil, neredeyse tüm ülkelerde geriye dönmüştür. Artık ileri kapitalist ülkelerin ve özellikle ABD’nin, bilimcileri kendi ülkesine getirmek gibi bir zorunluluğu yoktur. Tersine istediği çalışmaları bu insanlara kendi ülkelerinde yaptırıp, maliyeti daha da azaltmaktadır. Teşvik için Avrupa Birliği veya NATO burslarının yanı sıra ülkenin kendi burs ve destek sistemi de kullanılabilmektedir. Kısacası bu mekanizma ile olan sömürü aslında artmış olmaktadır. Durum otomotiv üretiminin merkez kapitalist ülkelerden perifere kaymasından çok farklı değildir. Küreselleşme denilen olgu beyin göçünü de etkilemiştir. Garip olan beyin göçü sömürü sisteminin artışının başarı gibi sunulmasıdır.

Beyin göçü demişken, belki bir daha bu konuya değinemeyebilirim, üç noktayı daha belirtmek isterim:

1. Sosyalist ülkelerin ne kendi aralarında, ne de bu ülkelerle dünyanın geriye kalan ülkeleri arasında kayda değer bir beyin göçü olmamıştır. Gerektiğinde sonuna kadar yardım yapılmış (üçüncü dünya ülkelerindeki Kübalı doktorları düşünün), bilgi paylaşılmış, ama asla bu sömürü sistemine bulaşmak düşünülmemiştir bile.
2. Yabancı dille eğitim tüm dünyada beyin göçünde katalizör işlevi görmüştür.
3. Literatürde beyin göçüne karşıt görüşler “ulusalcı” “milliyetçi” yaklaşım olarak adlandırılırken, beyin göçünü destekleyen yaklaşımlara “insaniyetçi” yaklaşım ismi verilmiştir!