Bunlar betona, faize, dövize, enflasyona, OHAL’e mecburlar, gerisi yalan

Türkiye ekonomisini, tarımını, hayvancılığını, sanayisini batırdılar. Son beş yıldır milli gelir yerinde sayıyor: 850 milyar Dolar.

Üretmeyen, borç parayla günü yaşayan bir ülke yarattılar. Hane halkı toplam borcunun milli gelirdeki payı son 15 yılda %3’den %17’ye çıktı.

Bütün emareler yolun sonuna gelindiğine işaret ediyor.

Yolun sonunda kendi sonlarını görüyorlar ve bir umut Atatürkçülüğü, antiemperyalistliği, aklı selimi oynamaya çalışıyorlar.

Oysa hep aynılar: Bağımlılar, piyasacılar ve gericiler. Emperyalist sisteme angajmanları, AB üyelik hayalleri ülkenin batırılmasını zorunlu kılıyordu. Tarımdaki kotaların nedeni buydu. Ülkemize biçtikleri işlev montajcılıktı. Çin misali, batının ucuza ve fason üreten fabrikası olmak yeterliydi. Liseler teknisyen yetiştirse iyiydi.

İhracatlarının ilk sırasında otomotiv ürünleri yer alıyor, ama sektör %60 oranında ithalata bağımlı. Sonuç bu yılın ilk dokuz ayında 31 milyar Dolar cari açık. Geçen senenin aynı dönemine göre %27 daha fazla.

Kamu maliyesini “denkleştirmek” için başvurdukları yol özelleştirme ve ücretleri düşürmek oldu. Tam 70 milyar Dolarlık varlığımızı, babalarının malı gibi sattılar. Güya borçlar ödenecekti, satılanlar da zaten zarar eden KİT’lerdi. Yutacağımızı sandılar: Patron zarar edeni neden alsın? Sonuçta devletin elinde bir şey kalmadı. Borcu kapatacağız derken, borca mahkum oldular. OHAL ve din olmasa işçi ayaklanacak. Bütün bunlara rağmen durum halen hiç parlak değil. 2017’nin ilk 10 ayında bütçe 35 milyar TL açık verdi: Geçen senenin aynı dönemine göre %188 daha yüksek.

Dış borcu 150 milyar Dolar’dan 450 milyara çıkardılar. IMF borcunu kapattık diye övünmelerine bakmayın. Artık IMF borç veren ana kurum değil çünkü. Emperyalist sistem borç verme işini de özelleştirdi. Türkiye yabancı finans kurumlarından borç alıyor. Devlet, özel, kamu, bütün kurumlar dışarıya, vatandaş da bankalara borçlu.

Borcu ödemeleri için döviz, döviz için de yüksek faiz lazım. Tam kısır döngü ve sorun ona buna emirler yağdırarak çözülecek cinsten değil. Kendi ekonomi politiklerinde boğuluyorlar. Faizi düşürseler döviz yükseliyor, ikisinden birisinin yüksekliği enflasyonu patlatmaya yetiyor.

Direnmiyorlar, emperyalizmle işi bunlar pişirdi, ülkeyi bu hale bunlar getirdi, şimdi paçayı kurtarmak için son bir oyun peşindeler.

Bir düzen değişikliği olmadığı taktirde bundan sonra hiç kimse sıcak para ve borçlanma mecburiyetine son veremeyecek. Artık satılacak da pek bir şey kalmadığına göre, işçi sınıfı baskılanacak, vergiler artırılacak. 2018’de halktan 2017’ye göre %15 daha fazla vergi toplanacak.

Bir yandaş ekonomisi kurdular. Betondan kendi burjuvazilerini yarattılar, beton gibi soğuk ve duygusuz: AVM’ler, rezidanslar, otoyollar ve şehir hastaneleri. Tümü borçla finanse ediliyor ve şirketler ödeyemezse diye borca devlet kefil oluyor. Halka yükledikleri vergi şirketlerin, bunların şirketlerinin, Malta’daki, offshorelardaki şirketlerinin, bunların kumar masalarına memleketi yatıran şiş göbekli oğullarının şirketlerinin kazancı oluyor.

İstanbul’a ihanet ettiler. Ama yalnızca o kadar değil, İstanbul’un acınası hali manzaranın yalnızca bir kısmı. Örneğin Ankara’ya bakın. Farklı mı? Gökçek’in, tam bir Vandallık örneği olarak kentin göbeğinde yol açtığı asbest salgınına tek laf ettiler mi? Trakya’da Ergene nehrini bunların patronları siyanürde boğdu. Hiç utanma belirtisi gösterdiler mi?

Beton ekonomisinin durdurulması artık mümkün değil. “Dikey yapılaşmayın” ricaları... Boş bunlar. Sahte. Çünkü Türkiye’de büyüme adına ne varsa beton kaynaklı.

Bu düzen bunların ayinesi. Betonu borçla dökmek, borçtan beton yapmak ve ihaneti sürdürmek zorundalar.

Faizi düşüremezler, Dolar’ın ateşini söndüremezler, borçlanma sarmalını kıramazlar, Türkiye’yi kalkındıramazlar, sağlıktan ve eğitimden para almadan, HES, nükleer diye doğayı talan etmeden yapamazlar.

Belediye başkanlarının istifa ettirilmesi, Merkez Bankası’na enflasyon hedefini tutturamıyor diye fırça, özeleştiriler, Atatürkçülük, çaresizce çırpınışlar. Hedef 2019. Ya başkanlık ya “son”. Başkanlık için safralar atılıyor, “iki ayyaş” lafı yenilip yutuluyor. Anlaşılamamış, ihanete uğramış pozları veriliyor. “Ülkenin menfaatleri” diye ittifaklar gündeme alınıyor.

Tam kilitlenmedir.

Ama kilitlenen Türkiye kapitalizmi, dünya emperyalist sistemidir. AKP’nin tükenişi yalnızca tezahürdür. Seçenek üretemeyecekler. Birbirlerine düşecekler.

AKP’nin yaptığı, saldırganlığıyla, iş bilmezliğiyle, laf anlamazlığıyla sorunları içinden çıkılmaz hale getirmek oldu. Şimdi başkanlıkla bu ağır faturadan sıyrılmaya çalışıyorlar. Başkanlık…. Kurtuluş ve kuruluş değil, yalnızca çöküşün yeni bir aşaması olacaktır.

Bunlar artık birbirlerini harcayacakları yerdeler. Birbirlerini nasıl harcıyorlarsa, ABD de bunları harcama gayretinde. Sistem tükeniyor, hep birlikte tükeniyorlar. Her yaptıkları toplumsal kurtuluşun, sosyalist kopuşun zeminini olgunlaştırıyor.

Böyle bakmalıyız. Başkası, tükenmiş sistemin ömrünü uzatmaktan ve tükenişi estetize etmekten başka işe yaramaz.