Bir kaza, iki kaza, üç kaza...

Başbakan konuşuyor “...Şimdi bir taraftan kazaen oldu deniliyor, hataen oldu deniliyor, öbür taraftan bugün yine aynı şey oluyor. Bu nasıl kazadır, bir kere kaza, iki kere kaza, üç kere kaza, dört kaza, beş kaza, altı kaza, yedi kaza, sekiz kaza, nasıl oluyor bu iş?”

Sanıldığı gibi doğrudan Suriye ile ilgili değil yazacaklarım.

Ama biz Başbakanın bıraktığı yerden devam edelim: dokuz kaza, on kaza, ...elli kaza, yüz kaza...152 kaza. Evet Tuzla’da başına boru düşen 52 yaşındaki işçinin yaşamını kaybetmesi ile Tuzla’daki “ölümlü iş kazası” sayısı 152’ye ulaştı.

Yalnızca eylül ayında, madenlerde meydana gelen kazalarda dokuz işçi yaşamını kaybetti.

Otuz madencin yaşamını yitirdiği Ka-radon’da ne demişti Başbakan “...Bu mesleğin kaderinde maalesef var. Bu mesleğe giren kardeşlerim de, bu mesleğe girerken içerisinde bu tür şeylerin olacağını bilerek giriyorlar.”

Görevi iş güvenliğini sağlamak olan bakan, aynı “kaza” ile ilgili olarak “İlk 19-20 cesedimizde bahsettiğiniz türden herhangi bir şey yoktu. Güzel öldüler. O konuda ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini buradan rahatlıkla söyleyebilirim. İlk çıkardığımız 20 kişinin kimlik tespitinde sorun çıkmadı. Diğerleriyle ilgili DNA testine başvurmak zorunda kaldık. Bütün işçilerimizi ailelerine teslim ettik. Hepsi defnedildi, hepsi huzur içindeler. ...Sadece bakanlığımız sorumlu olamaz. Meslek odaları ne iş yapıyor?”

Balıkesir’de maden faciası: 13 ölü.

Elbistan’da maden göçüğü: 9 işçiden haber yok.

Adana’da baraj kapağı patladı: 5 işçi öldü, 5 işçi hala kayıp.

İstanbul’da AVM inşaatında 11 işçi çadırda yanarak öldü.

Eskişehir’de maden göçüğü: 4 işçi öldü.

Erzurum’da gölette ölüm: 5 TEDAŞ işçisi boğularak öldüler.

Yalnızca bir yıllık süre içerisinde gazetelerde yer bulma “şansı” bulan bazı ölümler bunlar. Bu ölümlerin de kapitalizmin, neo-liberal politikaların, taşeronlaşmanın “şehidi” ilan edilip nasip işi olduğunun açıklanması an meselesi!

Bu da İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, “iş cinayetleri raporu” İlk raporun açıklandığı 2011 Eylül ayında 58 işçinin hayatını kaybettiği tespit edilmişti. 2012 Eylül ayında ise 83 işçi can verdi. Raporda, “2011 Eylül ayında en az 58 işçinin öldüğünü tespit etmişken 2012 Eylül ayında ise en az 83 işçinin öldüğünü açıklıyor olmamız bu ülkenin gerçeklerini gözler önüne seriyor. AKP iktidarının sürekli tekrarladığı gibi güllük gülistanlık bir hayat yaşamıyoruz. İşçiler, her geçen gün daha da fazla ölüyor”

“Güzel” ve genç ölüler ülkesinde İktidar, işlediği/işlenmesine göz yumduğu iş cinayetlerini “kaza”, “işin kaderi/doğası” diye örtmeye çalışmakta. Bu nasıl kaza/kader ki bu ülkenin işçilerine bu kadar acımasız. Top mermilerini sayanlar iş cinayetlerini niye saymıyorlar?

İş cinayeti değil ama, devletin sorumluluğunun daha belirgin olduğu bir diğer “cinayet” ise beş tutuklunun cezaevi aracında yanarak yaşamını yitirdiği “olay”. Arızalı aracın yola çıkarılması, daha ucuz, insani, güvenli ve hızlı olan havayolunun niye kullanılmadığı, araçların şartnameye uygunluğu konusunda tatmin edici bir inceleme yapılmadı. Ama gazete haberlerine göre “ileri demokrasimizin adalet(i) dağıtan bakanlığı, özetle onlar zaten tutuklu/mahkum idi, zaten ailelerine yük oluşturuyorlardı, bu nedenle tazminata gerek yok” mealinde savunma yapmış. (Burada bakanlık avukatlarına bir tüyo vereyim eğer bazı “naif” hukukçular çıkıp “iyi de bazıları tutuklu, belki suçsuzlukları anlaşılacaktı derlerse, tutuklu iken ölenlerin yargılanmasını talep edin! Belki Hazine’den üç beş kuruş kurtarırsınız da, Suriye davasının finansmanına katkı sağlarsınız.)

Ülkemizin iç güvenliğinden ve yurttaşların can mal güvenliğinden sorumlu bakanlardan bir bakan da “şehit taziyesinde” “Her şey nasip işi... Şehitlik de, gazilik de, uzun yaşamak da, genç yaşta şehit olmak da nasip işidir... Iğdır’ı yıllar öncesinden biliyorum gelişmiş, geleceği olan parlak bir il. Valilik, Emniyet ve jandarmadan gerekli bilgileri aldık. Eksikleri not ettik. Gidermek için ne gerekiyorsa yapacağız” demişti. (Başsağlığı için gidilen yerlerde hem ziyaret hem ticaret yaklaşımına alıştık ama hiç değilse kameralar önünde yapmayın!)

Bu üç başlıktaki örnekler, yapılmak isteneni/yapılanı ve “yeni sağ ideolojiyi” çok açık bir şekilde deşifre etmekte: önlenebilir ölümleri ve cinayetleri uhrevi/dinsel söylemlerle meşrulaştırıp gerçek sorumluları gizlemek. Ölenlerin neden hep yoksullar olduğunu sorgulatmayarak “sınıfsal” niteliğini gözlerden kaçırmak.

Bu arada ufukta görünen savaş nedeniyle gelecek “güzel ölümlere” yurttaşları hazırlamak, alıştırmak. Bu tuzağa düşmemek için ilk adım bu cinayetlerin gerçek sorumlusu olarak kazayı, terörü ve savaşı değil “tüm bileşenleri ile iktidarı” teşhis etmektir.

[email protected]