Yine Dağlıca baskını: ‘Çözüm’ için önce ‘bir bilenlerden’ kurtulmalı!

21 Ekim 2007 tarihinde Yüksekova’da, sınırın sıfır noktasında bulunan Dağlıca Karakolu’na PKK’lilerin yaptığı baskın uzun süre tartışılmıştı. Saldırıda 13 asker yaşamını yitirmiş, 8 asker de esir alınarak Kuzey Irak’a götürülmüştü. Bu askerler daha sonra “vatana ihanet” suçlamasıyla askeri cezaevine yollanmıştı. Taraf’ın bavulcu muhabiri Mehmet Baransu, ordunun Dağlıca baskınından haberi olduğuna ilişkin bazı belgeler yayımlamış ve bunun üzerine, baskına AKP’nin “Kürt açılımını” baltalamak üzere göz yumulduğu iddiası tartışılmaya başlanmıştı.

Aradan geçen zamanda AKP’nin davullu zurnalı “Kürt açılımı”nın izi dahi kalmadı. KCK operasyonlarıyla Kürt siyasetçiler yoğun bir baskı altına alındılar. Aynı süreçte Oslo’da devletle PKK yöneticileri arasında yapılan görüşmelerin kayıtlarının basına sızdırılmasıyla, iktidar bloku içerisinde “çözümden” yana olanlar ve “çözümü” baltalamak isteyenler olduğu yönünde bir başka tartışma açıldı o meşhur “MİT krizi” çıktı. Uludere’de 35 kişinin katledilmesinin de yine iktidarın kendi içindeki bir hesaplaşmanın parçası olabileceği yönünde iddialar gündeme geldi. İktidarın Suriye’ye karşı politikasını meşrulaştırmak üzere ortaya attığı “Esad PKK ile işbirliği yapıyor” iddiası ve bölgedeki gelişmeler süreci daha da karmaşık bir hale getirdi.

Sonuç olarak Kürt meselesi olanca yakıcılığı ile ortada duruyor. Bugün gerçekleşen çatışmada olduğu gibi onlarca genç yaşamını yitirmeye devam ediyor. Buna bir yandan “çözüm” tartışmaları, çeşitli kesimlerin önerileri, diğer yandan operasyonlar, saldırılar, tehditler, bombalar ve mermiler eşlik ediyor.

Dağlıca’da gerçekleşen saldırı beş yıl önce olduğu gibi, bu karmaşık ve kirli tablonun bir kez daha yeni iddialar, suçlamalar, saldırılar ve operasyonlara gebe olduğunu gösteriyor. Ve karmakarışık bir denklem haline getirilen Kürt meselesinin bilinmeyenleri arttıkça artıyor. Bilinmeyenlerin sayısı artıyor, ama sürekli birileri çıkıp “ben her şeyi biliyorum” deyiveriyor. Bu da herhalde bu sürecin diyalektiği! Herkes her şeyi biliyor!

Bir yandan ortada kimin kiminle neyin pazarlığını yaptığı, hangi konularda anlaşmaya varıldığı, hangi konularda ise varılamadığı konusunda kamuoyunda muazzam bir kafa karışıklığı ve takip edilmesi çok zor bir enformasyon bombardımanı var. Diğer yandansa, herkesin her şeyi bildiğini iddia ettiği bir tuhaf durum!

Daha önce, Oslo görüşmeleri diye adlandırılan süreçte devletle PKK’nin müzakere ettikleri meselelerin “yüzde 95’inde anlaştıkları” ifade edilmekteydi. Belli ki geriye kalan yüzde 5, üzerinde anlaşılan yüzde 95’ten daha kritikti ve sonuçta Oslo müzakereleri yeniden kanlı bir döneme açıldı. Taraflar birbirlerini suçladı, ancak toplum hiçbir zaman o üzerinde anlaşılamayan “yüzde 5”in ne olduğunu öğrenemedi, anlayamadı.
Şimdi yeniden çeşitli çevreler “çözüm geliyor” ya da “Erdoğan bu işi çözer” diyor ve “çözüm”ün çerçevesinin de Oslo’da çizildiğini ifade ediyor. Örneğin Zaman yazarı Mümtazer Türköne, Avni Özgürel’in Murat Karayılan’la yaptığı röportaja atıfla şöyle yazıyor:

Çözümün temel ekseni ise artık hepimizin en ince detayına kadar bildiği Oslo süreci. Özgürel, bu sürecin macerasını da, karanlıkta kalan noktalarını da bize aktarıyor. Oslo süreci, Devlet'in bütün kurumları ile birlikte rol ve sorumluluk üstlendiği bir süreç. Deşifre eden ise PKK. Belgelerin Diyarbakır BDP'de bulunmasını, klasik Ergenekon savunmaları gibi “polis koydu” diye tevil eden Karayılan'a inanmak mümkün olmadığına göre, süreç Temmuz 2011'de PKK tarafından sabote edilmiş. İmralı ile görüşmelerin çizdiği istikamette ortaya bir protokol çıkmış. Bu protokole karşı çıkanlar Silvan saldırısını ve demokratik özerklik ilanını eşzamanlı olarak devreye sokmuş. Süreç doğrudan PKK tarafından kararlı bir şekilde baltalanmış. Karayılan'ın Silvan saldırısı için öne sürdüğü “bizim kontrolümüz dışında” mazereti, aslında bir itiraf. Böyle önemli bir saldırıyı kontrol edemeyen bir örgütün müzakere masasında ne işi var?

Peki, bu satırlardan bir şey anlayan var mı? “Çözüm geliyor, ekseni de Oslo süreci olacak” diyor Türköne. Ardından başlıyor Karayılan’ın iddialarına yanıt vermeye… “Oslo görüşmelerini PKK deşifre etti” “BDP binasına belgeleri polis koymadı” “Silvan saldırısını kontrol edemeyenlerle müzakere mi olur?”

Aynı paragrafın başından sonuna gelene kadar bir uçtan ötekine savruluyoruz, ama belli ki Türköne “her şeyi bilenlerden”... Oslo’da hangi konularda anlaşıldığını da hangi konularda anlaşılamadığını da biliyor. Polis teşkilatı adına PKK yönetimine cevap veriyor “palavra, biz koymadık” diyor adeta… Şimdi ikinci Dağlıca saldırısının ardından ne diyecek? “Ben dememiş miydim, Silvan’ı kontrol edemedim itirafı yapanla müzakere olmaz”… Aynı paragrafta “çözüm yakın” ve “PKK’yle müzakere olmaz” diyebilen bir kişinin her şeyi bilmesi ve “ben dememiş miydim” diye başlayan cümleler kurması herhalde bu sürecin doğası.

Bir başka “her şeyi bilen” de Taraf’ın Emre Uslu’su… Yazı gününü bekleyemiyor, Twitter’dan sürekli şakıyor. Hatta “benim twitlerimi takip etseydiniz bunun geleceğini görürdünüz” gibi mesajlar yayımlıyor. Bazı gazeteler de ayıla bayıla “yine bildi!” manşetleri döşeniyorlar.

Peki, neyi bilmiş? Zaten hiç durmayan kanın akmaya devam edeceğini… Bravo!

Şöyle diyor bir bilen Uslu: “PKK pazarlığa mecbur. Önümüzdeki dönemde barış falan istemiyor. Ateşkes talebi, Suriye’deki kaotik dönem nedeniyle uyguladığı taktik! Bizim aptallar inanmasın.”

Neyi biliyormuş yani? PKK, Suriye’deki durum nedeniyle zaman kazanmak istediği için pazarlık yapmak istiyormuş.

PKK, neden Suriye’deki durum nedeniyle zaman kazanmak istesin?

Türkiye Suriye’ye, Irak’a daha fazla daldıkça “küresel aktör” oluyor ya askeri olarak PKK’yi bitirmek de artık böylece mümkün oluyor zat-ı muhteremin aklına göre. PKK de askeri olarak yediği darbelerin giderek daha şiddetli hale geldiğinin farkında çırpınıyor. Çırpınıyor, gidiyor karakol basıyor!

“Bir bilen” Uslu ile devam edelim: “Leyla Zana, Barzani’ye Öcalan’dan daha yakın bir isim. Son olarak Zana üzerinden yapılan barış hamlesi, PKK’yı açığa düşürme hamlesiydi. PKK zaman kazanmak istiyor ve ardından konjonktüre göre pozisyon almayı planlıyor”

Uslu “her şeyi biliyor” da, bu satırları okuyanlar bir şey anlıyor mu? Ne diyor “yine bilen” bu adam?

Bir: Zana Barzanici diyor. İki: Zana, PKK’yi açığa düşürme hamlesi olsun diye “Erdoğan bu işi çözer” demiş bunu söylüyor. Üç: PKK zaman kazanmak istiyormuş.

İyi de bunlar arasındaki bağlantı ne?

Dahası Zana Barzanici de, AKP ne? Barzani üzerinden PKK’yi bu kadar köşeye sıkıştırabilecektiyse niye şimdiye kadar bekledi? Dahası o ilk “Kürt açılımı” denen süreçte de aynısını yapmadı mı bu iktidar yine Barzani’yi sahaya sürmedi mi yine Zana Diyarbakır’dan Barzani’ye seslenmedi mi o dönem?

Uslu’nun aklını takip ederek bu sorulara yanıt verilebilir mi acaba? Türköne’giller yanıt verebilir mi peki?

Yoksa bu noktaya oluk oluk kan akmaya devam ederken, akılları, meselenin aslında ne kadar basit, ne kadar sınıfsal olduğundan uzaklara taşıyarak kör dehlizlerde kaybetmeye niyetli bir zevatın ayak oyunları nedeniyle mi geldik?