Suriye, Kürtler ve AKP

Haziran başında Antalya’da bir otelde “Suriyeli muhaliflerin” toplandığını anımsıyoruz. Bu toplantıya katılanların tam listesini ve konuştukları konuların ne olduğunu bilmiyorum. Ancak toplantının üzerinden iki hafta kadar geçtikten sonra sağda solda bazı ayrıntılara rastlamaya başladık.

Örneğin Pazar günü bu “muhaliflerin” Türkiye sınırında bir konsey oluşturduklarını öğrendik. “Muhaliflerden” tam olarak kimin kastedildiğini bilmesek de bu konseyin bileşimi konusunda, Antalya’daki toplantıya katılan Suriye Kürtlerinden Şeyh Muhammed Murat el Haznevi’yle yapılan bir röportajda kısa bir bilgi veriliyor. Haznevi, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne verdiği röportajda 31 kişilik komisyonda Kürtlerden 4 kişi, Müslüman Kardeşlerden 4 kişi, Arap aşiretlerinden 4 kişi, Şam Deklarasyonu’ndan 5 kişinin olacağını, bunun dışında da bağımsızların bulunacağını söylüyor.

Dikkatimizi Suriye’de rejim değişikliği talep eden bu “gölge kabinenin” içinde Kürtlerin de bulunması çekiyor. Dikkatimizi çekiyor, çünkü “muhaliflerin” Antalya buluşmasıyla ilgili daha önce okuduğumuz haberlerde Kürt örgütlerinin sürece dahil edilmediği, bunun üzerine Esad’ın Suriye’deki Kürt liderleri Şam’a davet ederek karşı hamle yaptığı belirtiliyordu. Kürt liderler bu davete katılmadılar, ancak Esad Mart sonunda Kürtlere özerlik sözü verdi vatandaşlık hakkından mahrum bırakılmış 300 bin kadar Kürdün vatandaş yapılacağını söyledi.

ORSAM’ın internet sitesinde yayımlanan röportajdan bazı Kürtlerin Antalya’daki toplantıya katıldığını öğrenmiş olduk. Kurulan “gölge kabinede” ise 4 temsilcileri bulunacak.

Peki, hangi Kürtler bu soru ortaya çıkıyor ve yanıtını da Şıh Haznevi’nin babasıyla ilgili anlattıklarından öğreniyoruz. Şöyle: “Şıh Hazne Nakşibendî tarikatı şeyhidir. Türkiye’de çok müridimiz bulunmaktadır. Özellikle Menzil cemaati bize bağlıdır. Ayrıca Gaziantep’te bulunan bazı Nakşibendî tarikatlarının yönetimleri ve Urfa’daki bazı cemaatler de bize bağlıdır. Mesela Tillo’da Molla Burhan, Şeyh Maşuk’a bağlıdır, Şeyh Maşuk da bize bağlıdır. Yani Türkiye’de pek çok yerde bize bağlı tarikat vardır.”

Murat el Haznevi 2004’teki Haseke ve Kamışlı ayaklanmalarının ardından tutuklanan, 2005’te ise öldürülen Muhammed Maşuk el Haznevi’nin oğlu. Ayaklanmadan sonra Erbil’e göçmüş. Burada da Nakşibendi tarikatı güçlü ve Haznevi, Barzani’yle ilişkilerinin iyi olduğunu söylüyor.

Bu notları şu nedenle aktarıyorum Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin Alevi ve Kürt meseleleriyle doğrudan ilişkili olduğu tezi artık açıktan dile getirilmeye başlandı. Örnek olsun, BBC’ye Suriye’deki durumu değerlendiren Jonathan Head adlı bir muhabir şunları yazıyor: “Özellikle endişe veren bir konu, Suriye'de Kürtlerin yaşadığı kesimlerdeki huzursuzluğun sınırın karşı tarafına sıçraması ve Türkiye'deki Kürt azınlık içinde kıvılcım yaratması.” Cengiz Çandar olayların başlangıcından bu yana sürekli olarak Suriye, Türkiye’nin yeni rejimi, AKP, Aleviler ve Kürtler bağlantısı üzerine yazıyor.

Bu tür değerlendirmeler ilk bakışta tuhaf ve ilişkisiz görülebilir. Türkiye’nin Kürt sorununda kıvılcım çakılması için Suriye’deki Kürtlerle ilgili bir gelişmeye mi ihtiyaç var sorusu kuşkusuz yerinde bir sorudur. Ama bu tuhaf görüntünün esas sebebi Çandar gibilerin ya da Batı basınının ilişkiyi tersten kurmasıdır. Çünkü Suriye Türkiye’nin değil, esas Türkiye’nin yeni rejimi Suriye’nin Kürt sorununda kibriti elinde tutmaktadır. Türkiye toprakları adeta sırılsıklam benzine bulanmışken elinde kibrit tutan ve “çakarım ha” diyen bir AKP’den bahsediyorum.

AKP, Suriye’ye yönelik müdahalelerini esas olarak Müslüman Kardeşler ve “insan hakları” örgütlerinde kümelenmiş bir dizi ABD ve AB yandaşı üzerinden yürütüyor. Ancak Kürtlerin bu süreçteki konumunun ne olacağı sorusu bölgenin bütününü ve dahi Türkiye’yi ilgilendiriyor. Örneğin Nakşibendi tarikatına bağlı, Barzani’ye dost Kürtlerin bu sürece dahil edilmesi AKP’nin modeline çok uygun düşebilir.

Ancak Yeni Osmanlı, Şıh Haznevi’yi yanına çekerken diğerlerini ya itiyor ya da kontrol edemediğini görüyor. Özerklik sözünün sonrasında Esad’ın davetine gitmeyen 12 Kürt örgütünün sözcüsü ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanı Salih Mislim’in Antalya toplantısına ilişkin şu değerlendirmesi dikkate değer örneğin: “Biz ve ülke içindeki muhalefet bu toplantıyı boykot ettik. Antalya’daki toplantıya katılanların hemen hepsi yurtdışından gidenlerdir. Suriye’de kimse bunları tanımıyor, bir tabanları yok. Pek önemsemiyoruz onları. Antalya’daki toplantıyı Müslüman Kardeşler ile AKP’nin bir oyunu olarak görüyoruz. Nitekim AKP’nin farklı amaçları olduğunu biliyoruz." Aynı kaynak Mislim’in Karayılan’la görüştüğünü de haber veriyor.

Aklımıza hemen Çandar’ın son dönemlerde tedavüle soktuğu “Silivri-Kandil hattı Şam-Tahran hattıdır” tezi geliyor. Bir yol bu… AKP’nin olası bir Suriye müdahalesinde başrolü üstlenmesi halinde Baas, Kürtlerle ve bu arada PKK’yle daha fazla işbirliği yapmanın yolunu arayacak. Bunun işaretlerini zaten verdi. Ancak ne PKK ne de Suriyeli Kürtler şimdilik böyle bir angajman içerisine girmiş değil.

AKP’nin benzin deposunun yanında yaktığı kibrit, Suriyeli Kürtleri Esad’a doğru daha fazla ittirerek de, onları “muhalefet” içerisine çekerek uluslararası operasyonun bir parçası haline getirmeyi deneyerek de bir yangına dönüşebilir. Her iki durumda da, yani Türkiye Suriye Kürtlerini itse de çekse de, yangın çıkacak.

AKP’nin Suriye Kürtlerini Müslüman Kardeşler odaklı “muhalefete” angaje etmek yönünde bir adım atması, Türkiye’de anayasa değişikliği sürecini Kürt siyasetiyle uzlaşarak yönetme ve özerklik talebine kapı aralama politikasına bağlı. Ancak arkasına yüzde 50 seçmen desteğini almış olan ve iktidarı paylaşmak gibi bir eğilime hiç ama hiç yakın görünmeyen bir partinin sürtünmesiz bir şekilde bu yola girmesi oldukça düşük bir olasılık gibi görünüyor.

Yangına giden diğer yol Suriye Kürtlerini Baas’a, Kandil’i Şam-Tahran eksenine doğru ittirmek, ittiremediği zamansa uydurmak olabilir. Bu durumda zorlu bir dış savaşın getireceği ideolojik sertlik ortamından yararlanan, yani milliyetçiliği ve emperyal hülyaları kaşıyan Yeni Osmanlı bundan yararlanarak benzinin birazını Suriye’ye birazını Türkiye’ye dökmeye başlar. Örneğin iktidar partisi tarafından Hatip Dicle’nin seçilmesinin yetmeyeceğinin, meclise gitmek için “yeni yargının” onayından da geçmek zorunda olduğunun “hatırlatılması” havadaki keskin benzin kokusudur. Aynı durumda 6 BDP vekilinin daha olduğu hatırlanırsa, Çandar’ın “Suriye meselesi AKP-CHP-BDP uzlaşması meselesidir” ve “Silivri-Kandil hattı Tahran-Şam hattıdır” tezlerini neden ısıtıp durduğu anlaşılır.

“Uzlaşma” AKP’nin ille de Suriye operasyonunu bu zemine dayandıracağı anlamına gelmez. “Uzlaşma”, iktidarı paylaşmaktan hiç hoşlanmadığı aşikar olan hükümet partisinin uzlaşılacak bir taraf yaratması anlamında da yorumlanabilir ki kanımca Çandar bu çerçeveye daha yakındır.

Her durumda Suriye’deki olayların gideceği yer, aynı zamanda bir Türkiye sorunu olan Kürt sorununun gidişatıyla birebir ilişkilidir. Bana bölgedeki yangınla hemhal olmamıza çok az bir süre kalmış gibi görünmektedir.