O bir 'anomali' değil: ABD’nin gerçek 'idarecisi' Trump

Sermayenin polis şiddeti karşıtı harekete, asgari ücretin artışını isteyenlere, göçmenlere, emekçi kadınlara cevabı, Trump’ta somutlaşmış bulunuyor. ABD’deki sınıfsal ayrımları yok sayarak “çözmeye” çalışan, bunları sistemden kaynaklı olmayan arızalar gibi gösteren liberal yaklaşım iflas ederken, ABD’nin içerde uyguladığı baskıcı politikalar artık kurumsallık kazanacak.

Tulga Buğra Işık

Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte, ABD’nin başına “ırkçı, cinsiyetçi, göçmen karşıtı, bilim düşmanı” bir ismin geçmesi “şok etkisi” yarattı. Verilen tepkilere karşın, ABD zaten böyle bir ülke.

Her yıl büyük kısmı azınlıklardan olmak üzere binin üzerinde insanın polis tarafından öldürüldüğü ABD’de, kadınlar erkeklere göre daha az ücret alabiliyor, daha kötü koşullarda yaşıyor.

Bilim düşmanlığı da kendi kategorisindeki ülkelere oranla çok daha yüksek olan ABD’de, saydığımız sorunlar liberaller tarafından “arıza” gibi görülse de, bunların tümü ve daha fazlası sisteme içselleşmiş durumda.

Bu sistemin gerçek idarecisiyse Donald Trump’tan başkası olamaz.

ABD’DE POLİS ŞİDDETİ

The Guardian’ın The Counted isimli veritabanına göre, 2015 yılında ABD’de 1146 kişi öldürülmüş. Oransal olarak bakıldığında, bir milyon siyahtan 7.69’u polis tarafından öldürülürken, ikinci sırada milyonda 5.49’la Amerikan yerlileri yer alıyor. Üçüncü sırada 3.45’le Latinler, dördüncü sıradaysa milyonda 2.95’le beyazlar geliyor. 2016’ta da polis tarafından öldürülenlerin sayısı 945’e ulaşmış durumda.

ABD’de çok sayıda silahsız siyah genç, polis tarafından öldürülürken, cinayetlerin videoları da internete sızıyor ve kapsamlı protestolar gerçekleştiriliyor, yer yer OHAL ilan ediliyor.

New York Times'ın Nisan 2015 tarihli bir haberine göre ABD'de 1.5 milyon siyah erkek erken ölüm ve hapsedilme sebebiyle günlük hayattan "kaybolmuş" durumda. En yüksek sayının hayattan kaybolmuş 25 ila 54 yaş arasındaki 120 bin kişi ile New York'ta olduğu söylenirken, onun peşinden de 45 bin ile Chicago ve 30 bin ile Philadelphia geliyor.

Toplamda hapiste olmayan her siyah kadına 83 siyah erkek düştüğü belirtilirken, beyazlarda bu sayının 99 olduğu belirtiliyor. Oranın en düşük olduğu yerin ise 100 siyah kadına 60 siyah erkek düşen Ferguson olduğu kaydedilirken, bugün sokaklarda olması gereken 25-54 yaş arasındaki 6 siyah erkekten birinin hapsedilmiş veya ölü olduğu vurgulanıyor.

POLİS ŞİDDETİ VE IRKÇILIĞIN SINIFSAL BOYUTU

Eski Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi (DEA) ajanı Matthew Fogg, görev yaptığı sıradaki operasyonlara dair yaptığı açıklamasında, söz konusu operasyonların “sınıfsal ve ırksal” olduğunu belirterek, "bize uyuşturucu yasalarını zengin beyaz mahallelerinde uygulamayın dendi" demişti. Fogg, polisin zenginlerin ve beyazların yaşadığı mahallelere girmediğini söyleyerek, buradaki insanların “birilerini tanıdığını”, “birilerinin yakını olduğunu söylemişti.

Eski DEA ajanına göre, yoksul siyah mahallelerde uyguladıkları “Vietnam Savaşı” benzeri yöntemlerin, zengin mahallelerde uygulanması söz konusu olamazdı. Michelle Alexander isimli ABD'li yazar da, “uyuşturucuya karşı savaşın beyaz işçi sınıfını sorunun siyahlar olduğuna ikna etmenin bir yolu” olduğunu, "Güney Stratejisi" denen bu yöntemin eski ABD Başkanı Richard Nixon da dahil olmak üzere Cumhuriyetçiler tarafından kullanıldığını iddia etmişti.

OBAMA SORUNLARI ÇÖZÜYOR MUYDU?

ABD Başkanı Barack Obama’nın göreve gelmesiyle birlikte, ABD’de ırkçılığın azalabileceği, en azından sistemik hale gelmekten çıkartılabileceği konusunda kimi çevreler umutlanmıştı. Obama’nın konuyla ilgili açıklamaları da bu yönde okunuyordu.

Örneğin, Obama’nın meşhur “siyah Amerika ve Beyaz Amerika yok, Latin Amerikası ve Asyalı Amerikası yok, Amerika Birleşik Devletleri var” sözleri, liberal çevreler tarafından olumlu görülüyordu.

Sorunu yok sayan Obama yaklaşımı, problemlerin daha da derinleşmesine sebep oldu. Polis şiddeti ve ırkçılığa karşı örgütlenmeler artarken, bu örgütlenmeler Demokrat Parti’nin ve liberallerin kapsadığı alanın ötesine taşarak büyüdü. Sonunda liberallerle, ABD’nin yoksul, emekçi kesimleri arasındaki uçurum daha da genişledi.

SINIFSAL KUTUPLAŞMA VE LİBERALİZM

Tüm bunlar olurken, ABD’de sınıfsal kutuplaşma giderek yükseldi. Saatlik 15 dolar asgari ücret için yapılan eylemler, ABD basını tarafından görmezden gelinmeye ve çarpıtılmaya çalışılırken, ABD sağı saldırıya geçerek ülkedeki tüm toplumsal hareketliliği karşısına alan bir ideoloji yaymaya başladı.

ABD’nin asgari ücret karşıtı tarihsel liberal söylemleri yeniden üretildi. Patronların sözü edilen miktarı ödeyemeyeceği, asgari ücret artışının “ABD’de işsizliği artıracağı”, asgari ücret alanların “tembel” insanlar oldukları, asgari ücret artışının uzun vadede “çalışanlara zarar vereceği” ve benzeri söylemler kullanıldı.

Yer yer polis şiddeti karşıtı hareketin merkezindeki Black Lives Matter (Siyah Hayatları Önemlidir) gibi hareketlerle de yan yana gelen bu sınıfsal hareket, kendi siyasi temsilini sağlayacak partiye kavuşamasa da, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin ekseninden çıktı. Fakat sınıfın bu örgütsüzlüğü, seçimlerde sağın örgütlülüğü tarafından seçim düzleminde “yenilgiye” uğratıldı.

LİBERALLER GERÇEĞİN KARŞISINDA

ABD seçimlerinde görülen tablo, “Trump’çılık” değil, Hillary Clinton karşıtlığıdır. Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton, Trump’a karşı yürüttüğü seçim kampanyasında benzeri zor görülecek tutarsızlıklara imza attı.

Clinton, bir yandan Trump’ı “vergi vermemesi” sebebiyle suçluyordu, öte yandan sayısız yolsuzluğa karışan, yabancı ülke liderlerinin de aralarında olduğu pek çok yerden sebebi bilinmeyen yüksek miktarlı bağışlar toplayan Clinton Vakfı gerçeği herkesin gözünün önünde duruyordu.

Clinton, Trump’ı cinsiyetçilikle suçluyordu, fakat kendisinin en yakın müttefikleri Suudi Arabistan’ın da aralarında olduğu Körfez ülkeleriydi.

Wikileaks, Clinton’ın yaptığı hukuksuzlukları ortaya çıkartırken, bunları yalanlayamayan Clinton, Wikileaks’in “Rusya’nın kontrolünde” olduğunu iddia etmekle yetiniyordu.

Hillary Clinton’ın işçi sınıfıyla, siyahlarla, emekçi kadınlarla samimi bağ kurması olanaksızdı. Dahası Bernie Sanders’ın Demokrat Parti seçimlerini adaletsiz biçimde kaybettiğini gösteren sızıntılar, bunu daha da imkansız hale getirdi.

ABD’nin geleneksel sermayesini, Wall Street’i, bunlarla birlikte anaakım medyasını yanına alan Clinton, internetteki seçim kampanyasında da şirket bağlantılarını kullandı.

Örneğin, ABD’nin en çok ziyaret edilen ilk 10 internet sitesi arasında yer alan Reddit’in siyaset bölümü “/r/politics”, Correct The Record isimli “Hillary Clinton’ı temelsiz saldırılardan korumak için tasarlanmış stratejik araştırma ve hızlı cevap takımı” gibi unsurların da kullanılmasıyla Clinton tarafından ele geçirildi.

Sitenin bu bölümünde Clinton karşıtı içerikler, hızlı bir biçimde ortadan kaldırılırken, sayfalarca Clinton övgüsü bulunur hale geldi. Bu durum sitenin kullanıcıları tarafından kısa sürede fark edildi ve sitede büyük tartışmalara sebep oldu.

Clinton’ın yaptıklarına verilen tepkiler, Breitbart gibi sağ medya kuruluşlarının güçlenmesine sebep oldu. Clinton karşıtlığı yükseldi, sonuç olarak ne Trump yanlısı aşırı sağ, ne de Clinton yanlısı liberaller tarafından kapsanamayan kesim oy kullanmadı. Özellikle siyahların ve Latinlerin, beklenenin altında oranda oy kullanması Clinton’ın yenilgisine yol açtı.

‘İKİ PARTİLİ SİSTEM’ YIKILIRKEN: MERKEZ NERESİ OLACAK?

Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin “elitlerini” karşısına alan Trump, ABD siyasetinin eskisi gibi süremeyeceğinin de işaretini verdi. Trump’ın seçilmesinin ardından Demokrat Parti içerisinde tartışmalar hız kazanırken, partide Clinton’ın başkan adayı olmasına sebep olanlar, Sanders’ın aday olması durumda seçimi kazanacağını gösteren veriler ışığında suçlanmaya başladı. Sanders ve taraftarlarının, Clinton’ı destekleyen söylemlerinden hızla uzaklaşarak, Demokrat Parti’de “reform” çağrısı yapması, Trump karşıtı Cumhuriyetçi Parti yöneticisi isimlerinse, Trump ile sıcak görüşmelere başlamaları, iki partili sistemin sarsılmakta olduğunu gösteriyor.

Yanıt bekleyen soruysa, yeni merkezin neresi olacağı. Demokrat Parti’nin, Sanders’ın parçası olduğu, İngiltere’de Jeremy Corbyn, Yunanistan’da Syriza, İspanya’da ise Podemos ile temsil edilen “yeni sol” ekseninde yeniden inşası söz konusu olabilir. Her ne kadar Demokrat Parti’nin sermaye ile güçlü bağları bunun önünde durabilir gibi görünse de, bahsettiğimiz “yeni sol”un sermaye ile bir sorunu yok. Tersine, Syriza-Almanya ilişkisinde görüldüğü gibi, bahsettiğimiz aktörler emperyalizmle tam uyum içinde çalışabiliyor. Bu da Demokrat Parti’nin yalnızca içeride kaybettiği kesimleri geri kazanmasını değil, dışarıda da meşruiyetini güçlendirmesini sağlayabilir.

Cumhuriyetçi Parti için de benzer bir süreç, esasında Cumhuriyetçi Parti’nin “içinden” olmayan Trump’ın kuracağı küresel sağ bağlantılarını (örneğin Fransa’da Ulusal Cephe, İngiltere’de Brexit taraftarları) kullanarak gerçekleştirilecek. Yeni kurulan düzen merkezleri, işlemez hale gelen iki partili sistemi yeni bir zemine oturtarak onarmayı deneyecek. Fakat bu girişim, ancak eski merkezlerle mücadele ederek yapılabilir. Bu da yeni bir kriz daha anlamına geliyor.

TRUMP İLE GELECEK ‘KURUMSALLAŞMA’

Sermayenin polis şiddeti karşıtı harekete, asgari ücretin artışını isteyenlere, göçmenlere, emekçi kadınlara cevabı, Trump’ta somutlaşmış bulunuyor.

ABD’deki sınıfsal ayrımları yok sayarak “çözmeye” çalışan, bunları sistemden kaynaklı olmayan arızalar gibi gösteren liberal yaklaşım iflas ederken, ABD’nin içerde uyguladığı baskıcı politikalar artık kurumsallık kazanacak.

Artık, ABD’nin zaten gerçekleştirmekte olduğu ihlalleri, işkenceleri, ifade özgürlüğüne karşı baskıyı, ırkçılığı, bilim ve akıl düşmanlığını, göçmen düşmanlığını benimseyen bir ABD Başkanı var.

Görünenle gerçek birbirine yaklaştıysa, mücadele zemini de sadeleşmiştir.


YARIN: Trump'ın bilimle imtihanı

Dizinin ilk bölümü: 

Dizinin ikinci bölümü: 

Dizinin üçüncü bölümü: