Trump sonrası tufan mı? Liberal Batı'nın sonu geldi mi?

Ancak bu boşluk kalıcı olmaz, yaşanılan bu düşünsel kriz ilelebet bu denli şiddetli sürmez. Kapitalizmin hayatta kalma güdüsünü küçümsemek sol açısından hayati bir yanlış olur. Tıpkı krizlerle boğuşan bu düzene, bu düzenin içinden hayat öpücükleri vermek gibi...

Özgür Şen

2007-2008 dönemecinde açığa çıkan krizin yalnızca iktisadi bir olgu olmadığını artık yalnızca solcular değil herkes kabul ediyor. Krizin çok daha derin ve yapısal olduğunu ABD başkanlık seçimleri, bu krizi görmezden gelmeye çalışan az sayıda insana da gösterdi.

Kriz, kendisini yalnızca Trump'ın seçilmesiyle açığa vurmadı. Krizin Trump'ı iktidara taşıdığı doğru, ama Trump seçimlerden mağlup ayrılması ve Clinton'un zaferi krizin yokluğuna dair bir kanıt olarak görülemezdi. Clinton'un zaferi ABD'deki varolan yapının suni teneffüsle yoluna devam etmesi anlamına gelecekti. Ta ki başka bir yerde ve zamanda farklı bir olayla çözümsüzlük ve sürdürülemezlik tekrar açığa çıkana dek...

Bu olmadı ve Trump kazandı. ABD'deki başkanlık koltuğunun bilinen anlamda Batı liberalizminin değerleriyle kavgalı birisi tarafından doldurulmasıyla, Batı'nın fikir dünyasında köşe başlarını tutmuş hemen herkesten canhıraş bir çığlık yükseldi.

Bu çığlık çok önemli bir itirafın büyük bir şiddetle ifade edilmesiydi aslında: Liberalizmin ve belki daha doğru bir ifadeyle kapitalizmin solunun gerçek sahibi Amerika Birleşik Devletleri'ydi.

Bu “sol”un pek çok başlıkta ABD karşıtı görünmesi bu gerçekle çelişmiyordu. Bu pozisyonun yıllardır bu şekilde pazarlanmasının nasıl bir ikiyüzlülük ve sahtekarlık olduğu başkanlık koltuğunun Trump gibi bir adam tarafından fethedilmesiyle açığa çıktı. Yıllardır, düzen solunun ABD ve emperyalizmle bir derdi olamayacağını anlatmaya çalışan marksistler haklıydı. Avrupa Birliği'nin ABD'ye alternatif olacağını, onu dengeleyeceğini iddia eden liberal tez ise büyük bir yalandı mesela.

Liberalizmle akraba olan her türlü siyasi akım kategorik olarak ABD'nin yanındaydı. Avrupa'nın içinde yükselen liberalizm karşıtı sağcı akımlara karşı bile belli ki Avrupa'nın liberal solcusu aslında arada lafını esirgemediği ABD'ye güveniyordu. Fransa'da, Avusturya'da, Polonya'da veya İtalya'da liberalizm karşıtı bir sağcılık yükselebilir ve hatta iktidara gelebilirdi. Ama onlara göre dünya düzeni yine de ABD'ye emanetti. Bu tür sapmalara karşın ABD'nin garantörlüğü, düzenin geleceğine dair bir teminattı.

Liberal solcuya buna dair nasıl kızılabilirdi ki... Kapitalizmin uzun vadeli geleceğinin, sistemin en tepesinde duran ülkeye emanet edilmesinde ne yanlış olabilirdi?

Düzen açısından bir yanlış yoktu elbette. Yanlış olan liberalizmin sol versiyonlarının düzenin dışına doğru çıkabilecek bir enerjinin önünü kesmesiydi. Yanlış, çok genel olarak sol siyasetin kendisine dairdi...

Trump'ın zaferi, düzen solunun ABD'yle ideolojik ve siyasi ilişkisini tescilledi. Bu zaten büyük bir itiraftı. Ama etki bununla sınırlı kalmadı. Liberalizmin yakın zamandaki bir başka yenilgisi olarak görülebilecek Brexit kararından sonra, Avrupa'nın tamamı Almanya'ya emanet edilmişti aslında. Ancak ABD'deki başkanlık seçimi liberalizmin tüm dünyadaki yeni kabesi olarak Almanya'nın görülmesine yol açtı ki, bu durum ve Başbakan Merkel ve cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamış olan halihazırdaki dışişleri bakanı Steinmeier ikilisinin liberalizmin mesihliğine doğru ittirilmeleri, liberalizmin tüm dünyadaki geleceğine dair en iyi işaret olarak görülebilir.

Liberalizmin yeni kabesi Berlin ve yeni mesihi Merkel ise, bu yalnızca şu önemli olgunun başka sözcüklerle ifade edilmesi anlamına gelir: Liberal düşünce İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tarihinin en büyük krizini yaşıyor.

Trump'ın seçilmesinin sol açısından sevinilecek bir tarafı yok elbette. Dünya Trump'ın seçilmesiyle daha iyi bir yer haline gelmeyecek. Ancak bu sonuçtan umutsuzluk üretenlerin gözden kaçırdığı gerçek, genel olarak kapitalizmin, özelde ise liberal düşüncenin içinde bulunduğu büyük bunalım.

Bu bunalımın kendiliğinden işçi sınıfının lehine çıktıları olacağına dair hiçbir işaret yok. Tarih bunun sayısız örneğiyle dolu... Kapitalizmin insanlığı sürükleyeceği karanlığın ve dibin bir sınırı yok. Karanlığın daha karanlığı hep var...

İnsanoğlu şimdi tüm dünyada büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Çok büyük bir çoğunluk bu düzenin kendilerine bir gelecek sunamayacağı konusunda hemfikir. Buna dair duyulan tepki her coğrafyada kendisini başka şekilde ifade ediyor.

Böylesi bir zaman diliminde, insanlığı bu düzene bağlayabilecek en güçlü düşünsel akım olan liberalizm büyük savaştan bu yana tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Savaştan bu yana savunulan bazı değerler, üstelik Batı'ya sosyalizme karşı verdiği düşünsel savaşı kazandıran değerlerin bazıları bugün paramparça durumda. Kapitalizmi muzaffer kılan bu değerlerin üzerinde bugün bizzat kapitalizmin kendisi tepiniyor. Batıda kavrandığı şekliyle demokrasinin, özgürlüğün, çoğulculuğun döneminin bittiği düşünülüyor. Kapitalizmin merkezinde duran ülkelerde bunlara karşı çıkan, ya da bunlara liberalizmin biçtiğinden farklı anlamlar biçen akımlar veya kişiler yükseliyor.

Evet liberalizm büyük bir kriz yaşıyor. Ama bunun kalıcı olması mümkün değil...

Liberalizm tekrar yükselecek. Bunun nasıl olacağına dair henüz işaretler oluşmuş değil. Tamam, düzen solunun kendisini Merkel'in şahsında bir yeniden yapılanmaya tabi tutması gerçekten inanması güç bir fantezi, ancak bu düzenin kendisini tamamen Trump ve benzerlerine bırakması da olanaksız. ABD'de dahi bu mücadele bitmedi. Bir safha kapandı, yeni bir safha başlıyor...

Üstelik liberalizmin yeniden nasıl yükseleceği sorunu, bir dünya sistemi olarak kapitalizmin küresel ölçekte yoluna nasıl devam edeceği meselesiyle de doğrudan bağlantılı.

Ancak bu boşluk kalıcı olmaz, yaşanılan bu düşünsel kriz ilelebet bu denli şiddetli sürmez. Kapitalizmin hayatta kalma güdüsünü küçümsemek sol açısından hayati bir yanlış olur. Tıpkı krizlerle boğuşan bu düzene, bu düzenin içinden hayat öpücükleri vermek gibi... Bugün bu düzenin içinde bir yol arayan, ya da kendisine bu düzenin içinden bir müttefik devşirmeye gayret eden veya dibi görmüş liberalizme hayat vermeye çalışan bir sol kendi kafasına kurşunu sıkar.

ABD gibi bir ülkeye Trump gibi bir adam başkanlık edecekmiş, etsin...

Liberalizm dibi görmüş, görsün...

Batı Merkel'e mahkum kalacakmış, kalsın...

Solun tek çaresi, ısrarla yeni bir dünya istemeye devam etmek. Kendi bağımsız sesi ve gövdesiyle... Yeni bir alem kurulana dek...


YARIN: Trump ABD'ye çok yakıştı

Dizinin ilk bölümü: 

Dizinin ikinci bölümü: