Toplu katliamlar

Tayfun Göltürk'ün “Toplu Katliamlar” başlıklı köşe yazısı 21 Aralık 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Geçen Cuma Connecticut’ta, çoğu 6-7 yaşlarında çocuklar olmak üzere, 28 kişinin ölümüyle sonuçlanan ilkokul saldırısı sonrasında kafalar karışık. Neden? Nasıl olur bu? Bu son saldırıdan başka, yıl içerisinde Colorado’da bir sinema, Wisconsin’de bir Sih tapınağı, sonrasında bir sağlık kaplıcası, Minnesota’da bir iş merkezi ve Oregon’da bir alışveriş merkezine yapılan diğer saldırılarda 30 kişi hayatını kaybetti. Her benzer olay sonrası medya ve siyasetçilerin sunduğu çözüm önerileri, daha sıkı silah yasaları ve saldırganların kişilik bozukluklarına bağlı olarak daha iyi “ruh sağlığı” hizmetleri ile ilgili anlamsız vaatlere yoğunlaşıyor. Bireysel silah sayısında dünyada bir numara olan ABD’de silahlara erişimi zorlaştıracak daha sıkı yasa düzenlemeleri ilk bakışta akla yatkın bir çözüm olarak görünse de iş o kadar basit değil. ABD Adalet Bakanlığı’nın bir raporuna göre, silaha bağlı suçlardan hüküm giyenlerin sadece yüzde15’i suç silahını yasal bir silah satıcısından temin etmiş. Toplu katliamlarda kullanılan silahların çoğunluğu başka aile fertlerinden edinilmiş silahlar. Bu öneriler bir başka sorunu, haftada ortalama bir Siyah ya da Latino öldüren yasal ırkçı polis vahşetini de görmezlikten geliyor. Irk bazlı bir başka ilginç veri: Siyahlar beyazlara oranla yasa dışı silah bulundurmaktan beş kat daha fazla hüküm giyerken, toplu katliamların yüzde 77’si beyazlar tarafından gerçekleştirilmiş.
Çözüm diye sunulan bu öneriler, asıl problemi ve bu problemin sosyal ve politik nedenlerini gizlemekten başka bir işe yaramıyor.

ABD’de toplu katliamlar özellikle son otuz yılda kronik bir sorun haline geldi. 1982’den beri toplam 62 toplu katliam gerçekleşti. Sorunun temelinde, aralıksız süren emperyalist savaşların vahşetini binbir değişik medya ve devlet söylemiyle meşrulaştıran, buna paralel olarak bireyleri acımasızlaştıran, kendine ve diğerlerine yabancılaştıran, şiddete bağlı ölümleri kanıksatan, eşitsizliğin eşi görülmemiş seviyelere ulaştığı bir toplum düzeni yatıyor. Medya, “terörle savaşan” ABD askerlerinin kahramanlık hikayeleriyle dolu. Toplu katliamların çoğunun ordunun elindeki silahlara benzer yarı-otomatik silahlarla yapılmış olması rastlantı değil. Demokrat senatörlerden biri, Dianne Feinstein, saldırı silahlarının satışının yasaklanması ile ilgili yeni bir kanun tasarısından bahsederken, “Savaş silahları sokaklarımızdan, sinema salonlarımızdan, alışveriş merkezlerimizden ve en önemlisi okullarımızdan uzak olmalı” demiş. Tabii o silahlarla Irak’ta, Afganistan’da çocukların katledilmesi, ABD Başkanı’nın ölüm listesine bağlı olarak dünyanın dört bir köşesinde suikastlar düzenlenmesi de sorun değil Feinstein için. Ya da Pakistan’da İHA (İnsansız Hava Aracı) saldırılarıyla yüzlerce çocuk, binlerce sivil ölmüş. Terörle savaş bu, olur o kadar. Suriye’de ABD’nin silahlandırdığı muhalifler okul bombalamış, ona da bir itirazı yok Feinstein’ın.

ABD dahil, dünyanın birçok yerinde binlerce çocuk, sivil, işçinin katlinden sorumlu asıl ölümcül hastalık -yani kapitalist düzen- kökünden temizlenmedikçe, kimse o hastalığın belirtilerine geçici tedaviler dışında kalıcı çözüm beklemesin.