Yıldız tozları

Hatırlıyorum.

Tam bir hafta önceydi. Frankfurt'tan gelirken, kardeşimin kırık dökük, tarazlanmış ve son derece mutsuz sesini duyduğumda, başımıza ne geldi, diye kalakalmıştım.  Zamanın durduğu anlarda, bu benim başıma gelmez derkenki şaşkınlıkta saklıdır hayatta olmaz dediğiniz şeylerin olduğunu bilmenin yüreğimizi ezen ağırlığı.

Şimdi ise bir hafta sonrası.

Kötü bir filmin ortasındaymışım gibi.

Gerçeklik duygusunu yitirmekle ilgili bir zemin sarsılması yaşadığım.

Gerçekle baş edebilmek güç.

Bir yoksunluk durumu bu. Bir boşluk. Bir anlamsızlık sarmalı. Öyle bir sarmal ki korkunç bir çekim gücüne sahip. Baş etmek neredeyse imkansız.

Gülümseyen, aydınlık, umut dolu yüzlerin fotoğraflarına bakmaya kıyamıyor ki insan. Ama katliam haberlerine maruz  kalmak arkada kalanların cezası belli ki.

Kaçış yok.

Okuduğum kitaptan bir bölüm imdada yetişir belki Stefan Zweig Clarissa'da 1. Dünya Savaşı sürerken dedirtiyor kahramanına. “Dışarıda en iyilere ihtiyaç duyulacak. İnsan daha zor olanı seçmelidir, yoksa katlanamaz.”

Başka türlüsü zor.

“Bence hepimiz... şimdi daha cesur olmalıyız.”

Böyle devam ediyor.

Belgesel izliyoruz. Bir arkadaşım sudoku müptelalığıma karşılık ben de gözlerim acıyana kadar film izliyorum, kıpırdamadan şoklanmış gibi birbiri ardına film izliyorum, diye yazmıştı. Belgesel izlerken gözlerinin dolması, ardından hıçkırıklara boğulmak. Sonra sakinleşmek. Gündelik yaşamın kendi seyrinde akışını sanki senin hayatın değilmiş gibi dışardan izlemek şaşkınlıkla. Gönül koymak. Gücenmek, kırılmak kendine...  Kendi kendine darılmak.

Sonra İzlemeye başladığım Cosmos belgeseli ile ilişkilenecek bir Ankara sonbaharı. Karanlık, kasvetli, acı, öfke, isyan dolu. İyiliklerin alabildiği kaybolup gittiği lanetlenmiş bir coğrafya mı olacak benim ülkem?

Yarına elimizde kalacak tek fotoğraf bu mu olacak peki?

Karanlığın resmini yırtıp atmak çok mu güç?

Sözünü ettiğim, evrimi de anlatan Cosmos belgeseli hangi zamanda ülkemin tüm okullarında çocuklara ve gençlere zorunlu olarak izlettirilecek örneğin?

“Samanyolu galaksisi 11 milyar yıl önce oluştu. Yüz milyarlarca farklı güneş. Bizimkisi hangisi? Henüz doğmadı. Diğer yıldızların küllerinden doğacak.”

Bu “kozmik takvim”in neresindeyiz? Neler yaşandı? Neler yaşadık? Neler yaşayacağız?

“Bilim, bilgi ve cehalet arasındaki sınırda işler. Bilmediğimiz şeyleri itiraf etmekten korkmuyoruz. Bunda utanılacak bir durum yok. Utanılacak tek şey, bütün cevapları biliyormuşuz gibi davranmak”

Evet...

“ Yıldızlar ölür ve onlara özel doğum odası gibi yerlerde yenileri doğar. Devasa gaz ve toz bulutlarındaki yağmur damlaları gibi yoğunlaşırlar. O kadar ısınırlar ki atomun içindeki çekirdekler birbirlerine bağlanıp, soluduğumuz oksijeni, kaslarımızdaki karbonu, kemiklerimizdeki kalsiyumu ve kanımızdaki demiri oluştururlar. Hepsi çoktan yok olmuş yıldızların yanıp tutuşan kalplerinden doğmuştur. Siz, ben, hepimiz yıldız tozundan meydana geliriz.”

Göçebe, avcı topluluklarından yıldızlara giden yolu bulanların destanı mı?

“Şu anda olan, geçmişte olmuş ve gelecekte olabilecek her şey.”

Boyun eğme...