Yangın Yeri

Bir fotoğraf var. Madımak'taki merdivende oturmuş üç şairin fotoğrafı. Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar... Metin Altıok'un elinde badana fırçasına benzer bir fırça, Behçet Aysan yanına yangın söndürme tüpünü almış. Uğur Kaynar'ın dizlerine usulca ilişmiş ne olduğunu göremediğim bir nesne... Tedirgin bir biçimde bekliyorlar, dinliyorlar ve belli ki yarım tebessümle kaygılarını gizlemeye çalışıyorlar.

Bu fotoğraf hep ağlatır beni.

 

Dışarıda “Allah-u Ekber” nidalarına karışan, “Yan! Yan! Yan!” bağırışları... Karanlığın çığlıkları, aydınlığı boğmak üzere pusuda.

Bu fotoğraftan sızan acı ve bu derin acının karıştığı onca imge, nice fotoğraf, nice bakış. Unutmadım aklımda.

 

2 Temmuzlar yas tutma günleri. Kapkara bir yasa bulanmış öfkeyi damıta damıta demlendiresim gelir. Susmak bazen çok fazla söz söyler. Ama bazen susmak, alacaklı gözlerini üzerimize dikmiş ölülerimizi gücendirir, incitir.

Ne diyeyim ben size...

 

Akıntıya Karşı Aziz Nesin'nin* Yangın Yeri bölümünden...

 

“Sesler giderek çoğalıp, bir uğultu halini almaya başlıyor. Pencerelerden uzak duruyor çocuklar. Kacaman kaldırım taşları vızır vızır havada uçuşuyor. Kıyamet bu olsa gerek diye düşünüyor semah ekibindeki incecik gençlikleriyle kızlar. Korku dolu bakışlarında, kuğu boyunlarında dehşetin gölgeleri giderek koyulaşıyor. Madımak Oteli temmuzun ateşini yutmuş bekliyor.

Ankara niye bu kadar uzak?

Ya makamlarında olup bitenleri televizyonlarından canlı izleyenler, neredeler?

 

Telefonlar dilsizleşiyor. Kısa zamanda ortalık yatışacak, sözleri ışık tozlarının arkasında görünmez oluyor. Alıcı kuşlar beklemede. Uğultu kulakları sağır edercesine yükseliyor. Uğultu dalgası Madımak'ı yutmaya hazır bir canavar sanki. Kara sakallarıyla kara bir ayinin tam ortasındalar dışarıdakiler. Gölgeler koyulaştıkça ölüm masum kalıyor.

 

Otel gölgelerin tek büyük hedefi. Otel yükselen betondan bir düşman. Otel kimlik kazanmış sanki. Otelin gözleri dehşet içinde, inanamayarak bakıyor.

İnanılmaz. İnanamaz.

 

Bu sırada uzun boylu sakallı bir adam bizle çatışmaya girişti. Sonra bizi aşıp yukarı çıkamayacağını anlayınca, hepinizi yakacağız, diye bağırdı.”**

 

Yakacaklar...

Öyle söylüyorlar. Yüz yıllar öncesinin bir ölüm ayinindeyiz şimdi. Tanrılar kan istiyor.

 

Kaldırım taşları vızıldayan oklar gibi tüm ağırlıklarıyla yağıyor gökten. Savaş arabaları bir görünüp bir kayboluyor. Kara maskeli ve kara sakallı gölgeler büyüyor, büyüyor.

Öldürmek istiyorlar. Kan istiyorlar.

 

Taşlar o kadar güçlü yağıyordu ki kimi zaman koridorlara sırtımızı dayadığımız bir kapıya isabet ediyor; her yer zangır zangır titriyordu. Bir de korkunç bir uğultu vardır. Taşlar ve sloganlar zaman zaman birbirine karışıyordu.”***

 

Taşlar yağıyor

Bir ozan sakinleştirmeye çalışıyor diğerlerini. Mızıkanın sesi yüreklere su serpemedi. Çünkü müzik alıp götürüyor herkesi; kimisi gençliğine gidiyor, kimisi annesine, kimisi çocuklarına, kimisi yazacağı bir öyküye, kimisi ertelediği dost ziyaretlerine.

 

Kan dökmeden kalabalığın dağılmayacağını söyler bir yazar. Felaket habercisi olduğu düşünülse de, acaba sorusu havada asılı kalır.

 

İkindi ezanı okununca, korkunç kalabalığın hepsi sustu. Az önceki taş ve slogan seslerine karışan büyük uğultu dindi. Bekledik. Hatta giderler diye düşündük. Ezan onları namaza çağırıyordu çünkü. Bizlere taş atmalarını bile bir ibadet olarak algılıyorlardı. Oysa karşılarında daha güçlü bir ibadet, namaz vardı. Erdal Ayrancı umutsuzlukla döndü, gitmeyecekler, bunlar kazayı kılacaklar ağabey dedi.”****

 

Gitmediler.

Alıcı kuşlar...

Gitmediler...

 

Birinci gün kültür merkezindeki etkinlikte, 'yine dostun gülü yareler beni' semahı söyleniyordu. Semah bittiğinde genç sanatçılar koyunlarından çıkartıp gül attılar. Biri benim kucağıma düştü. Yanımda Sami Karaören, onun yanında da Asım Bezirci oturuyordu. Gülü yakama takmak için uğraştım. Beceremeyince Asım Bezirci uğraştı. En sonunda bir kürdanla ceketimin yakasına tutturdu. Ertesi gündü. Kargaşada gülü kaybetmek istemediğim için ceketimin cebine koydum. Asım Bezirci otelin merdivenlerinde dolaşırken, gülü çıkardığımı gördü, gülün nerede olduğunu sordu. Artık sekize on dakika vardı. Arabalar otelin önünde yakılmaya başlamıştı... Dumandan zor nefes alıyorduk. En üst katın merdivenlerinde oturuyordu Asım Bezirci. Beni yanına çağırdı, oturdum. Bana söz ver, dedi. Bu atılan taşlar şiirine yansıyacak... Ben de, sizin yazınıza da yansıyacaktır mutlaka diyerek yanıtladım. Şimdi bana sıkıca sarıl, dedi. Sıkıca sarılıp yanaklarını öptüm. Hadi arkadaşlarının yanına git, dedi. O anda bunun bir veda olduğunu anlayamamıştım.”*****”

 

Şimdi Sivas dumanı hala tüten bir kent.

Ülke yangın yeri...

Şairlerini öldüren bir ülke iflah olur mu ki?

Peki, yarım kalan öyküleri, şarkıları, şiirleri kim tamamlar?

 

 

 

*Akıntıya Karşı Aziz Nesin, A. Şule Süzük, Seyir Yayınları, 2004

**Ali Balkız, aktaran Eren Aysan, Dumanı Hala Tüten Kent Sivas, Cumhuriyet Gazetesi 2 Temmuz 2003 s.96

***Cafer Aydın, agy. s.97

****Ali Balkız, agy. s.98

*****Zerrin Taşpınar, agy. s.98