Temizlik Kolu ve Yoksulluk

Firuzan'ın öyküleri içinde eskiden beri içimi en çok kanatan “Temizlik Kolu” adlı öykü. Ona geçeceğim ama  çocukluğumda okuduğum Muzaffer İzgü'nün Ortadirek'inde bir bölüm vardı. Yoksulluk deyince trajikomik bir fotoğraf gelir aklıma Ortadirek'ten. Emekçi ailesinin zor zar satın aldığı ve zeytinyağlı bir bulgur pilavı hayalini kurduğu sahne. Mahalle bakkalından ateş pahası olduğundan ancak bir çay bardağı alınan zeytinyağı  kazara yere dökülür.  Haliyle yaşanan büyük bir şoktur. Ve hızla toprak yağı emmeden kaşıkla kurtarılabildiğince hızlı biçimde kurtarılır. Haliyle bulgur pilavı taşlı topraklı gıcır gıcır olur ama ne gam, zeytinyağlıdır ya... 

Çocukluğumda teyzemin ve dayımın kitapları arasına karışan Muzaffer İzgüler çok ilgimi çekerdi. Bir çırpıda okurdum ama ne bitmez, ne bunaltıcı, ne acı gelirdi o yoksulluk. Çocuk dünyama fazla ağır gelmiş olmalı ki, yoksulluk deyince trajik ama yine de tebessüm ettiren sahneyi hiç unutamadım.  Kayırlı zeytinyağlı mis gibi bulgur pilavı...

Sonra sonra Firuzan'ın Benim Sinemalarım  kitabı içindeki Temizlik Kolu. Öyküdeki Nine ve öksüz torun Hediye, özverili yenge ve amca. Tertemiz bir göçmen aile. Deli gibi çalışan, onurlu ve sabırlı insanlar iz bıraktı. İz bırakmak ne çakılı kaldı.

Yazıyorum ya, öykünün detayını unutmuştum. Ama ne zaman yoksulluk mevzusu açılsa, ne zaman yoksul çocukların eğitimi, okulu, barınma sorunu konuşulmaya başlansa ilk aklıma Temizlik Kolu öyküsü  gelir. Ağlamaklı olurum. Onurlu insanların, çalışkan insanların, dürüst insanların, kelebek gibi kırılgan insanların, çocukların  bu sistem içinde ne kadar da örselendiğini anımsar küser huylu olurum. Bir kara önlüğün bir lastik ayakkabının yasını tutarım.

Yoksulluk yok mu artık?

Öyle mi geçmeli kayıtlara?

İnsanlar ne lastik ayakkabı giyiyor şimdi, ne de kara önlük öyle mi?

Cebinde bilmem kaç bin liralık cep telefonu ile dolaşan emekçi halkımız için hayat bayram mı?

Yeni tür bir yoksulluk mu yaşanan yoksa yoksulluk tanımları baki mi?

Yurtlarda barınma sorununu halletmeye çalışan öğrencilerin başlarına neler geldiği geçmiş zaman hikayesi mi?

Bu sorular ve yanıtları başka başka yazıların konusu olsun.

Dönelim Temizlik Kolu'na.

Hediye'ye.

İçimi acıtan, bir diken gibi batan. İstatistiki verileri akademik bilgileri yerle bir eden öykü yarası bu.

Ne diye kaç gündür içime dert olduysa. 

Ufak bir parça da olsa öyküden yazıvereyim şuraya... Sonra yine konuşalım mutlaka ama.

“Küçük kız üstünde pembe patiskadan içliğiyle kalktı, oturdu yatağın içinde.

Uykulu bakındı çevresine.

Üşüdü.

Kollarını omuzlarına götürdü.

Boynunu içeri çekti.

Kadınların ikisine de gülüverdi.

-Yengeciğim, amma uyumuşum- dedi -Bugün beni derste arayacaklar. Çünkü okulun temizlik kolu Şahver'le benim.

-Bir günden bir şey çıkmaz- dedi yengesi. -Pazarları her yan kapalı. Cumartesileri de çamaşırların anca ütüsünü bitirip sahiplerine teslim ediyorum. Çarşı için en tenha gün pazartesidir. Hem belki müşteri azdır diye daha ucuza bile alırız alacaklarımızı.

-Temizlik kolu ne yapar, mari Hediye? diye sordu yaşlı kadın ilgiyle.

-Toz alır. Yerlere düşen kağıtları toplar... Öğretmenin masasını hep temiz tutar... Kara tahtayı siler... Yeniden yazılır... Yazıldıktan sonra zil çalınca gene siler...

Yaşlı kadın yüzünü camdan dışarı çevirdi. Bacaklarını toplamıştı. Demin mindere çizilen, değilmemiş kar aklığındaki çorapların aydınlığı yoktu.

-Şahver kimin kızı mari Hediye? -dedi yaşlı kadın-. Sesi örtülüydü.

-Nineciğim, hani bizim mahallenin başındaki kundura tamircisi Hilmi Amca var ya, onun kızı.

-Hep mi siz temizlersiniz sınıfı?- diye üsteledi yaşlı kadın.

-Ders yılı başında değiştirilecek dediydi öğretmen. Sonra Şahver'le Hediye'nin elleri işe pek yatkın, işi onlar yapsın bu işi hep, dedi sınıftaki arkadaşlarımıza. Herkes de evet, evet öğretmenim, Şahver'le Hediye yapsın dediler. Biz de  sevindik.

-Sen niye hayır demedin bre Hediye! Hep çöp dökmek istemem demedin. Niye sevindin mari kızan?

Küçük kız omuzlarını kaldırdı, şaşarak baktı yaşlı kadına.”

Öykünün bir yerleri. En aklımda kalan bölüm. Burnumu çeke çeke yazdığım bölüm ve devamı. Firuzan tarih de atmış öykülerine.  Haziran 1972.

Nedir kalan?

1972'den bugüne?

Bu sızı geçiyor mu diye soruyorum, geçmiyor.

Yoksulluk, diyorum. Susuyorum.

Daha Benim Sinemalarım var ama...

Şimdilik Hediye, hep hediye bayramlık...