Taşı ilk atan

İtibarsızlaştırma ne zaman başladı?

Sistematik bir saldırının Türkiye ayağını oluşturan bu Aydınlanma karşıtlığı üzerine şüphesiz pek çok şey yazıldı. Yazılmaya da devam edecek.

İtibarsızlaştırdıkça hafiflediler, hafifledikçe omurgalarından kurtuldular; jöle kıvamına geldiler. Çok mu soyut oldu? Değil. Yaşadık. Yaşaya yaşaya bugünlere geldik. Çürüme bünyeyi sardı, edebiyat ise bu çürümenin ilk işaretlerini vereli yıllar yıllar olmuştu.

“Kar romanında ilk ve süreğen bir şekilde göze çarpan şey solcu, sosyalist, Cumhuriyetçi, Atatürkçü ya da laik olarak verilen karakterlerin tamamının kötü karakterler olmasıdır. Bunların içinde bir tane bile “normal” insan yoktur.” diye yazmış Taylan Kara. Her ne kadar bana selam göndermese de, buradan Orhan Pamuk mevzusunu masaya yatırdığı için, ben de Orhan Kemal’in sözünü hatırlatarak diyorum ki, “Laf lafı, laf da tütün kesesini açıyor.” Ne yapayım, topu taca mı atayım?

Ne yapayım?

Bunun için, 2002’de yayımlanan bu Orhan Pamuk romanı beni ziyadesiyle rahatsız etmişti. On beş yıl önce yayımlanış. Dile kolay, daha dün gibi oysa.  Öyle rahatsız etmişti ki, mıh gibi çakmışım bir yerlere demek. Az biraz iyi güzel görünen ne varsa saldıra saldıra çürüttüler de şimdi kocaman bir karnavalı yaşıyoruz.

Pamuk Kadınlar’da yer alan Kar ve Pamuk eleştirisinin ufacık bir bölümünü paylaşmak iyi olacak diye düşündüm.  Ufak bir katkı olsun Çürüme Edebiyatının Anatomisi’ne…

“Pamuk, siyasi roman yazmaktan imtina eden bir yazar olarak bilinmekle birlikte Kar ile ilgili verdiği röportajlarda, bu romanın bir siyasi roman olduğunun altını çiziyor. Bunun yanında Stendal’ın romanın ayna işlevi taşıdığına gönderme yaparak, Türkiye’deki siyasal gerçekliklere ayna tutmayı denediğini, şüphesiz ki, bu aynada görünenlerin ise bazı insanların hoşlarına gitmeyebileceğinden söz ediyor. Bu anlamıyla aslında yazar, kendi sesini katmadan, ayna işlevini yerine getirerek hem siyasal İslamcıların hem de Kemalistlerin romanda kendi mantıkları ile yer aldıklarını iddia ediyor.

Groteskin olanaklarıyla harmanlanan romandaki kişiler, olaylar ve olgular ile ayna imgesi arasında bir açı olsa da, postmodern romanın gerçeklikle oynaması, gerçekliği yer yer deforme ederek, gerçekliğe ait farklı yüzleri gösterme iddiası düşünüldüğünde, siyasi bir romanda ironinin ve fantastiğin buluşarak gerçekliği yansıtması Kar’da cisimleşiyor. ‘Edebi eserde siyaset, bir konserin ortasında patlayan bir tabanca gibi kaba ama göz ardı edemeyeceğimiz bir şeydir. Şimdi çok çirkin şeylerden söz edeceğiz.’ (Stendal) sözüne atıfta bulunarak, bir kez daha hem siyasetten söz edeceğini hem de siyasetin kötü bir şey olduğunun altını çiziyor.

Kar, ele aldığı olaylar ve yarattığı karakterler açısından, Türkiye’nin 2000’li yıllara ilişkin tüm siyasi tartışmalarını bünyesinde toplayan bir romandır. Postmodern edebiyatın “büyük anlatı”lara yönelik, aydınlanmacı aklı eleştiren tutumu, iyi; güzel bir geleceğin olanaklarının yıkıldığı saptaması ile birleşince, “büyük anlatılar” yerine, yerelliğin, cemaatleşmenin, tikelliğin öne çıkarıldığı bir siyasal ve sanatsal çerçeve kendini var etmiş; bu yönelim ise gerçekçi ve toplumcu sanat anlayışlarını mahkûm etmeyi beraberinde getirmiştir.

Gerçekçi roman izlerinin, ardında “büyük anlatı”ları gizlediği tezleriyle birlikte, içeriğin yerini;  metinler arasılık, kolaj, pastiş gibi biçimsel denemeler alır. Toplumsal sorunları irdeleyen, düşündüren metinler, sosyolojik yönlendirmeleri gerekçesiyle sanata ihanet olarak algılanır ve eleştirilir. Dolayısıyla, siyasi bir roman olan Kar’ın hem tüm bu tartışmalardan azade olabilmesi hem de toplumsal olay ve olgulara romanın izleğinde yer verebilmesi için en akıllıca yol, gerçekliğin parodi biçiminde, groteskin açtığı yolda yansıtılmasıdır ki, Pamuk Kar’da nesnel anlatıcı kimliği taşıdığını iddia ederek bunu yapmaya çalışır.

Bu anlamıyla yazar, Türkiye’nin Aydınlanma dönemini Kemalizmle eşitleyip indirgeyerek, çoğunluğa karşı azınlığın hegomonyası vardı, tezini dillendirir romanında. “,

Çok mu tanıdık geldi çoğunluğa karşı azınlığın despotizmi ağlaklığı…

Böyle böyle geldik bugünlere.

Böyle böyle…