Sonbahar ve Simirna Kızılı

İlk okuduğumdan beri üzerine yazmak istediğim bir roman Simirna Kızılı. Ama araya neler girdi neler.

Bahtsızmış ya da gününün gelmesini bekliyormuş. 

Bir dolu polisiye roman sipariş ettiğimde ve gelmelerini sabırsızlıkla beklerken tatil programı nedeniyle geldikleri gibi bekleme odasına tıkıştırıldılar. Sonra bildiğiniz üzere Temmuz'un en sıcak günleri gelip dayanınca, yüzlerine bakılmadı zavallıların. Her yanımız polisiye, kitaba ne gerek, havalarında öyle büzüldüler ki durdukları yerde garibanlar, adeta görünmez oldular.

Sonra uzun yaz, tüm kasvetiyle çökünce, tatil elimizde patlayınca, polisiye yüklü kumpas teorilerinden bıkkınlık gelince, hayattan daha şaşırtıcı  ve bir o kadar kafa dağıtıcı  romanlar arayışına başlayınca, tıkıştırıldıkları yerden hurraa üzerime çullandılar.

Yazmış, fenaymış, kumpasmış, ne gam...

Başladım okumaya.

Simirna Kızılı'nı pek beğendim. Hemen oturup üzerine yazayım da dedim.

Dedim, dedim ama, kazın ayağı hiç de öyle değil. Kitap benden bağımsızlığını ilan ederek, o okuyucu senin, bu okuyucu benim diye dolaşmaya başlayınca, ara ki bulasın...

Kaçtı gitti elimden.

Böyle böyle birbirimize alacaklı;  sonbaharı ettik.

Sonbahar malum, kimi sever , kimi sevmez.

Ama ben bu yıl bir değişiklik yaparak, tıpkı pazartesi sendromlarını atlattığım gibi, sonbaharı sevmemek huyumu da atlattım. Bahtiyarım.

Size de öneririm.

Her pazartesi yeni bir başlangıçmış gibi yaşayın. Pır pır atsın yüreğiniz. Her an herşey olabilir bunaltısını tersine çevirerek, her an herşey olabilir enerjisini hissedin.

Öyle ya, hiçbir şey bu kadar kötü olamaz diye diye, kasvet basıp duruyorsa eğer, hiçbir şey bundan daha kötü olamaz kötümserliğinin neşesini yaşayın. Olabilir mi?

Neden olmasın?

Denemek parayla değil.

Bir kitap mutlu etsin sizi örneğin.

Ya da kızıla dönmüş bir yaprağın öylesine duruşu ağaçta kulağınıza bir şiiri fısıldasın.

Boşverin yırtınıp dursun birileri, nasılsa dinleyen yok, siz pastırma yazı güneşine dönün yüzünüzü, hafif hafif okşasın kirpiklerinizi. Tuhaf görünüşlü bir taşı alın elinize, tepesindeki olağanüstü deliğe şaşın örneğin. Sonra yerlere düşmüş cevizlerin muntazam oyuklarından hırsız kargaların alaylarını işitin.

Böyle bu kargalar, çok fena...

Ne bileyim, hani içinize bir Polyannalık kondurun, zoraki moraki. Kondurun işte.

Sinir küpü olmanın sonu var mı Allahaşkına.

Keskin sirke küpüne zarar demiş atalarımız. Ah atalarımız. Çok bilen, çok söyleyen, her duruma uygun öyle böyle laf eden atalarımız.

Sonbaharı, pazartesileri bir de böyle yaşayın.

Geniş geniş, gevrek gevrek, gülümseye gülümseye, sanki gümüşten bir zırhı kuşanmış gibi.

Sanki evrenin toz ve gazının formülünü bulmuş gibi.

Simirna'ma kavuştum sonunda.

Elime alınca kitabı, evirdim çevirdim. Ne anlatılıyor idi, hatırlamaya çalıştım. Ayrıntılar gitmiş haliyle. Ama pırıl pırıl bir şeyler var ki içimi titreten ama gizli bir dil sanki ha deyince dile gelmeyen.

Romanı evirip çevirirken, yaz döneminin boğuntusu gelecek gibi oldu, denizin tuzunu, çamların tozunu sepeledim.

Malüm sonbahara dair formülümüzü uzun uzun anlattığımdan, bir şeytan kovma ayini titizliğiyle ve her bir adımı atlamadan bunaltı, yerde bir kan damlası olarak kendini yok etti.

İzmir 15 Mayıs 1919'da işgal edildiğine göre, işgalin hemen öncesini anlatıyor roman. Malum Lozan tartışmaları çıngırak dilli düdüklerle köpürtüledursun, sakin sakin anlatmada roman olup biteni.

İşte hemen öncesi işgalin. Gidin hadi durmayın.

“”Beni görünce, “Geciktiniz Sergey.” dedi Fransızca.

Tokalaştık. “Çok işim vardı.” diyerek karşısına oturdum.

Mezeleri ve karafakiyi işaret ederek, “Sabredemedim, demlenmeye başladım.”dedi. Ardından kadehi rakıyla doldurup bana uzattı. “Haydi şerefe!” Kısa boylu, dolgun yüzlü, ince bıyıklıydı. Eski moda redingot giymişti. Yeşil kravatının rengi atmıştı.

“Nazdrovya!” Rakıdan bir yudum alıp ağzıma biraz çiroz attım.

Kamil Cevat'la iki ay önce burada tanışmıştık. Paris'te, siyasal bilgiler okuduğunu söylemişti. Hayatını gazetelere ve dergilere makaleler, hikayeler yazarak kazanıyordu. Bazen tiyatro toplulukları için piyesler kaleme alırdı. Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın üyesiydi. Rusya'daki devrimi çok merak eder, anlatmamı isterdi. Konuşacak ortak konularımız olduğu için kısa sürede kaynaşmıştık.””

Ama tesadüf değil, Mondros sonrasında işgal kuvvetlerinin cirit attığı İzmir'de, karmaşa, hüzün, telaş ve belirsizlik hakim. At izi, it izine karışmış. Bugünlerde Simirna Kızılı'nı anımsamak hiç tesadüf olur mu.

Bugün de, 2016 Türkiyesi'nde bu ülke hala çok güzel.

Bu ülke çok güzel bilesiniz.