Siyah gözler

İki çift siyah göz… Bir haftadır ne yapsam, ne etsem, nereye yüzümü dönsem beni iri iri izleyen iki çift siyah göz var evimizde. Yüreğim eriyip akıyor sanki. Dünya bir başka dönmeye başladı bir haftadır. Dünya tüm karanlığına, tüm çirkefliğine, tüm kötücüllüğüne rağmen hafif tatlımsı bir kıvamda dönüyor.

İki kız kardeş; biri üç buçuk, biri yedi yaşında… Koruyucu Ailesi olduk kızlarımızın. Ellerimizi sıkı sıkı tuttular, sanki bin yıldır tanışıyormuşuz da, bizi ve kendilerini iyileştirmek için gelmiş gibi iyicil, çocuk nefeslerini nefeslerimize, yüreklerimize kattılar. İyi ki geldiler; hoş geldiler…

Dedim ya, karmaşık, çok karmaşık duygu geçişleri içindeyiz. Bir yandan olup bitenlere yetebilmek için koşuştururken, bir yandan da “durmak” gereksinimi içindeyiz. Duralım ki; geniş, büyük, ulu bir çınar gibi sırtlarını bize versinler. Dallarımızın, yapraklarımızın arasından,  minik bedenlerinin, tertemiz yüreklerinin ve ışıl ışıl dimağlarının serpilip büyümesini izleyebilelim. Karmaşık ve çetin yaşam yolculuğunda onlara eşlik edebilelim. Gereksinim duyduklarında ellerini tutarak onları hayata karşı cesaretlendirelim.

Böyle işte…

Yaşama karşı sonsuz soruları olan, yaşadıkları acıları minikliklerini aşmış iki çift siyah göz. Geldiler. Ellerini avuçlarımızın içine usulca bıraktılar.

Hoş geldiler.

İyi ki geldiler…

İki çift siyah göz yaşamımızı gözlerken ben bin kez daha insanlığa kocaman bir boyunduruk olan şu kapitalizmden nefret ettim.

Çocukları böyle çaresiz bırakan, kız çocuklarını yerin yedi kat dibine itmek için çift başlı ejderha gibi saldıran bu bağnaz düzen hakikaten yerin dibine batsın.

Öyle bir batsın ki, tüm çocuklar ekmek de bulabilsin, şeker de yiyebilsin.

Sıcak bir ev ve yiyecek ekmek olsun,  sevgi olsun, güvenli bir el tutsun ellerini,  işsiz kalırsam korkusu duymasın babalar, anneleri dövmesin. Anneler kapkara cahilliğin içinde boğulmasın. Çocukların gelecekleri  kara çarkların keskin dişlilerince parçalanmasın… 

Güneşli, ışıklı, aydınlık yarınlara yürüyebilsin tüm çocuklar.

Biri bile gözyaşı dökmesin. Çocuk olsunlar, çocukluklarını yaşasınlar.

Budur istediğim.

İşte bu yüzden iki haftadır, yazılarımı aksatmaktan hiç hoşlanmadığım halde, bu yürek çarpıntıları içinde oturup yazmaya vakit bulamadım. Sözlerim vardı hasbıhal ederiz diye diye kayboldu gitti.  Belki de birikmiştir.

 Belki de kıvamlanmıştır.

Kim bilir?

En son Snowden’i izlemiştik.

Edward Snowden, ABD’nin tüm işgüzarlıklarını ifşa eden insan. ABD’nin gizli saklı yürüttüğü “Büyük Abi Sizi İzliyor” durumlarını kanıtlarıyla ortaya döken kişi.

Bilmiyor muyduk?

Elbette biliyorduk, biliyorduk ya, içinden, taa kalbinden bir “acan”ın  ortaya çıkıp da bunları yedi düvele açıklaması epeyce eğlenceli olmuş tabii. Kurdukları gözetim ve denetim ağı ile hepimizi, tüm dünyayı en ince ayrıntısına kadar izler imişler. Sanki bir bilgisayar oyunu imiş de hayatlarımız, küstahça hepimizin yaşantılarına nüfuz edesilermiş. İşte Edward Snowden de kendi elceğizi ile yaptığı bazı sistemlerin bunca hunharca “güvenlik” adı altında bir izleme şebekesine dönüşmesine dayanamamış.

Öyle bir şey ki,  bir tuşla tüm e-postalarımıza, her türlü sosyal medya hesaplarımıza, banka bilgilerimize, annemizle yaptığımız kuaför sohbetine, hard disklerimize, cep telefonlarımızın tüm bilmediğimiz ince ayarlarına, yetmezmiş gibi bilgisayarımızın kamerasına kadar izleyebiliyorlarmış. 

Ne münasebet. Ne çirkin. Ne hakla.

Şöyle deniyor. Hükümete göre gizli hesap mesap yokmuş. Tüm bunlar, yani yaşanan kepazelik, gizli kanunlarla yasallaştırılmış.

Hoh hoh hoh. “Gizli kanunlarla yasallaştırılmış.” Halkın bilmediği gizli kanunlar…

Herhalde herkesi aptal yerine koymak pek hoşlarına gidiyor. Snowden, bir yandan Amerikan tarihinin gördüğü en büyük vatan haini diye kovalanırken, öte yandan büyük bir kahraman olarak nitelenmiş diğer çevrelerce.

Ne diyelim.

Filmin bence en unutulmaz sahnesi “Dünyanın Büyük Abisi”nin her şeye kadir gibi afralanıp tafralanırken, Snowden’in onca ajan takımının takibinden kaçıp buhar olup uçması…  Oliver Stone yine iyi bir film yapmış. İzlenesi. Kaçırmayın bence.

Tabii bir de Bertolt Brecht’in unutulmaz şiiri dilimin ucunda…

Ahhh insan faktörü.

Bunu ne yapacaksınız hakikaten generalim?

Neymiş şiir?

Generalim Tankınız Ne Güçlü

Tankınız ne güçlü generalim,

Siler süpürür bir ormanı,

Yüz insanı ezer geçer.

Ama bir kusurcuğu var;

İster bir sürücü.

 

Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim,

Fırtınadan tez gider, filden zorlu.

Ama bir kusurcuğu var;

İster bir sürücü.

 

İnsan dediğin nice işler görür, generalim,

Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.

Ama bir kusurcuğu var;

Bilir düşünmesini de.


Bertolt Brecht

Çeviren: Asım Bezirci

http://www.antoloji.com/generalim-tankiniz-ne-guclu-siiri/