Olmak ya da olmamak

Tarihsel gerçekliğin dışında bir düşünsel yaşam mümkün mü? Sanat tüm yaşananlara sırtını dönerek bugüne ve yarına dair sözünü söyleyebilir mi? Başını çevirip geçerek, gözünü kaçırarak ne kadar huzurlu olabilir, ne kadar huzurlu kalabilir sanatçı? Bugünden kaçarak, bugünün sığlığından ve hodbinliğinden kuytulara sığınarak fil dişi kulelerde ışıksızlık değil midir suyu çürüten?

Böyledir, evet.

Sanat bir dilse, söyleyecek sözü olmayanın, anlatılması gerekeni demeyenin dilinden de söz edilemez. Önce söz var ise, düşünmenin türlü biçimi sözlerimize tabi ise. Neyi sırtlayacağını, neye dayanacağını, nereye kadar gideceğini, ne kadar derine ineceğini, neyin sanatını yapacağını, neye susup, neyi yaratacağını saatin tik taklarına ve günün dünyasına göre karar veren, sözleri ona göre dizen, çokça susan, düşünmekten cayıp da süslü kalıpların göz bağcılığında Ali Cengiz oyunları kurandan sanatçı biçilir mi ya da kimlere der böyleleri sözlerini?

İnsanı umursamayan sanat olur mu? İnsana kulak vermeyen sanat, insanın biricikliğinin kaygısına düşmeden yığınları öbek öbek, salkım salkım aslında yokluğun içinde anlatan ve süper kahramanları upuzak iklimlerin el değmemiş steril mekânlarına iliştirerek hiçleştiren sanat.

Zanaatın tekniğine, bezemesine, becerisine kaptırınca sanatı, her türlü yararı, yardakçılığı, ortalamayı hedefleyince, insanı anlatabilmek mümkün müdür söz gelimi?

Memleketimden İnsan Manzaraları’nın büyüklüğü nereden gelir sahi? Bitmeyen lezzeti, her daim insanı ara ara çağıran sesi, geçmişle, bugünle gelecekle kurduğu köprünün yekpâreliği?

Savaş çığırtkanlığı yapanların, savaşlarda öbek öbek ölenleri kan banyolarında yuyup yuyup kütleleştirenlerin, salkım salkım hukuksuzluk içinde topyekün reçeteler yazıp da, bütünün içinde biri görmeyenlerin, gerçek insanı anlayabilmesi ve anlatabilmesi olası mı?

Memleketimden İnsan Manzaraları’nın büyüklüğü işte burada. Biricik insan yazgısı içine sığdırdığı milyonların sesi. Her bir ses, her bir bakış, her bir efkâr ne kadar gerçek, ne kadar sahici, ne kadar bizden aslında.

Sanat  acılara, bozgunlara, ölümlere yabancı kalıyorsa, başını öte yana çevirip yoluna devam ediyorsa… Meydan okumayan, hesaplaşmayan, sözünü esirgeyen… Ayrıcalıklı konumunu korumak değil de nedir o zaman sanatçının derdi? İşgüzarlık, gösteriş…

Bir şiir, bir resim, bir müzik parçası bazen tüm kuramlardan daha yüceltip, gerçekliği pırıl pırıl, apaçık edip içini kıpırdatmaz mı insanın?  Suriyeli sanatçı Tammam Azzam’ın klasik sanat eserleriyle Suriye’deki savaşın dehşet görüntülerini dijital olarak yeniden yorumladığı eserlerini görünce tüm iri lafların, bin bir türlü diplomasinin, hamasetin çürüte çürüte bitirdiği gerçekliğin boylu boyunca ortaya seriliverildiğini görmek. Emperyalist çakalların harabeye çevirdiği bir ülkenin çığlığını bildirmiş dünyaya. Bakınız, yıkıntıların digital fotoğraflarıyla yaptığı Özgürlük Anıtı’nın kibirli azameti ve sevimsizliği her türlü gizli dili anlatıyor, değil mi? Söz var burada. Haykıran, meydan okuyan, vuruşmaya çağıran, yalanı ters yüz ederek gerçeğe çeviren ve her tür “demokrasi” karnavalını yerle bir eden bir söz var.  Tıpkı Klimt’in Öpücük tablosunun yine bombalarla paramparça olmak üzere olan bir binaya kondurulması gibi. Söz söyleyen sanatın şeker dilleri ya da sanatın olmak ya da olmamak arasındaki salınımı.