Öfkem çoktur...

“Derdim çoktur” diye başlık atabilirdim. Ama “hangisine yanayım” geliyor ardından. Bu da, insanda kendi kendine ah vah etmek, bıdı bıdı konuşmak, içe dönmek, içe kaçmak, söylenip söylenip şişmek, çatlamak, patlamak ve dahi ataların dediği gibi keskin sirke olarak küpüne zarar vermek durumlarını ortaya çıkarıyor.

Hiç de bile.

Kendi kendime söylenip söylenip durmayacağım.

Kendime yazık etmeyeceğim.

Söylenmeyeceğim, söyleyeceğim.

Artık için için “yanmak” ile zamanımı heder etmeyeceğim.

Malum devasız dertler, durgun sular çürütüyor.

Öfkeden kabarmak illa ki, ama sonrasında çağıl çağıl akmak, okyanuslara karışmak gerek.

Yok artık yok, dinlenip dinlenip, aynı şeylere söylenip durmak zamanı değil.

Vallahi değil, billahi değil.

İyi gelmiyor, bünyeye zinhar iyi gelmiyor.

Böyle bir donuk, bir şenliksiz, bir bezgin, bir renksiz, bir bıkkın, bir pespaye oluyor insan.

Güzelliği kayboluyor, ışıltısı gidiyor, aklı ufalıyor, beyni kuruyor, hem titrek hem sarsak oluyor.

Pısırıklaşıyor bir bilsen.

Giderek kuruyor da bir üvez sinek gibi yapışası geliyor kan emicisine.

Gözleri soluyor, dünyanın nasıl oluyor da döndüğüne takılıp kalıyor.

İyi insanların yüzü suyu hürmetine mi karar veremiyor.

Kavruluyor.

A benim caanım efendim.

Bunca yüke, bunca kahıra ne gerek...

Söyle kurtul, eyle kurtul, vücuduna kan gelsin, can gelsin.

Zihnin açılsın, iyi insanlara özgü iç rahatlığı gelsin canevine kurulsun.

Şimdi aydınlanma zamanı...

Yana yana, yan yana gelme zamanı.