Herkesin

Acayip sorular üzerine düşünülebilir. Pek acayipliği kalmadığını bile bile de olsa akıl yürütülebilir. Size beylik gelen, bana acayip de gelebilir. Mesela, acaba dünyamız uzaydan nasıl görünüyor, diye bir soru sorsam bu ne biçim soru diye soranlar olacaktır. Artık Dünya’yı her türlü görebiliyoruz uzaydan denecektir.“Görünmek” lafın gelişi. Yani, düzenini diyorum. Hani bir dönem “Yeni Dünya Düzeni” deyip deyip durdukları.  Gelir dağılımının bunca barbarca olduğu, en zenginlerin dünyamızın her türlü servetine çöreklendiği, altta kalanın canının çıktığı. Hele hele birden de değil, sürüne sürüne çıktığı… Saymayacağım binbir tersliği, tuhaflığı, insana yakışmayanı ama bir uzaylının Dünya’nın toplumsal düzenine şöyle bir baktığında görebileceklerini bir düşünün. Küçük dilini yutabilir.

Böyle böyle düşünürken, pek güzel bir metne rast geldim. Sonra da kararımı verdim. Kesin kararımı.  Uzun bir alıntı ama önce metni okuyalım. Hal-i pü’rmelalimi pek güzel yansıtıyor. Metin Metis 2017 Ajandası’ndan. Müptelasıyım ajandanın, belirteyim.

“Sokrates: Vaktiyle bir petrol tankeri varmış, bu tankerin kaptanı güçlü ve kuvvetli ve cesur bir adammış. Tek kusuru, duvar gibi sağır ve köstebek kadar miyop olmasıymış. Haa! Bir de denizcilik konusu bilgisi görme yeteneği kadar zayıfmış. Onun yetersizliğini göz önüne alan denizciler, aralarından hiçbiri gemi kullanmayı bilmediği için dümeni kimin tutacağını tartışıyorlarmış. Yakıt deposunda öyle bir delik varmış ki gemi sürekli arkasından mazot izi bırakıyormuş. Günlerdir kaçağı engellemek için ne yapmak gerektiğini tartışıp duruyorlar ama herhangi bir çözüm bulamıyorlarmış. Herkes kendi kanaatini bağırıp çağırarak kaptan köşküne gidiyormuş. Oy birliği ile en iyi kanaat, zavallı adamın dümeni ve deliği tıkama görevini onlara bırakması için, en iyi yaygara koparanın kanaati oluyormuş.  Günlerden bir gün aralarından biri, kaptanı ikna etmeyi başarıp onun yerini almış. Tam o sırada gürültücü ve organize bir denizci güruhu eski kaptanın üstüne atlamış, onu döve döve sintineye kapatmış. Yeni kaptanıysa, tükürmesi için afyon, burnuna çekmesi için kokain, içmesi için şişe şişe votka vererek bertaraf etmişler. Ardından kamaralardakileri soyup soğana çevirmiş, rastladıkları ilk limanda da petrolü satıp parasını paylaşmaya ve güzel bir hayat sürmeye karar vermişler. Tankeri de bu vesileyle tütüncü dükkânı, ucuz lokanta ya da geneleve çevireceklermiş. Fakat yetkin bir idareden yoksun kalan tanker, Rinbaud’nun sarhoş gemisi gibi zikzaklar çizmeye başlamış. Ama bu, muzaffer grubun iktidarlarını pekiştirmek için kendilerine katılanların ya da yardım edenleri övmesine engel olmamış. Gemi sonunda pis bir koyda karaya oturmuş; çatlayan gövdesinde sızan iğrenç petrol bütün kıyıda binlerce kuşu zehirlediğinde bile, güruh birinci sınıf denizciler olmakla övünüyormuş. Büyük bir gemiyi idare etmek için ne gerektiği konusunda hiçbir fikirleri yokmuş; denizcilerin çoğunun onayını almış olmanın yeterli olduğunu düşünüyorlarmış. Fikir sahibi olmak gereksizmiş. Hatta zararlıymış! İşte hikâyem bu sevgili dostlar: Şimdi böyle bir bağlamda, denizcilik konusunda entelektüel vizyonunu uzun bir tecrübeyle birleştiren gerçek bir kaptanın çıkageldiğini varsayalım. Geminin tamir edilip, sonra gerçekten harekete geçirilip seçilen istikamete yönelmesi için organize olmak konusunda denizcileri ikna edecek şekilde onların dilinden konuşmayı bilecek biri. Gücü elinde bulunduran anarşik kliğin onu nasıl karşılayacağını düşünüyorsunuz? Kafası dumanlı entel, eski moda idealist, arkaik ideolog muamelesi yaparak itibarsızlaştırmazlar mı onu?

Amanta: Muhtemelen evet, basında ve televizyonda bize yaptıkları muameleye bakılırsa. Bugün için kanaatin ve onu idare edenlerin hakiki filozofa reva gördükleri kaderin imgesi bu işte. Filozofun –ki herkesin filozof olmasını arzu ediyoruz- egemen kanaatin gözünde saygın bir yeri olmadığına şaşıran biri olursa, ona petrol tankerinin hikâyesini anlatın. Böylece bizim durumumuzda, gerçekten şaşırtıcı, hatta açıkça söyleyeyim acayip olanın fırtınalara iyi dayanan birkaç filozofumuzun göklere çıkarılması olacağını anlarlar. “

Değil mi ya? Bizi dışlıyorlar, bize kötü muamele ediyorlar, bizi itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Peki şaşırıyor muyuz? Hayııır. Aslında hem evet, hem hayır. Ama ben şunu diyorum Badiou’ya sığınarak, filozof yerine sosyalist demek istiyorum.  Bir de şunu diyorum… “Herkesin sosyalist olması lazım” daha mı yumuşatayım, “Herkesin sosyalist olmasını arzu ediyorum.” ki gemiyi kurtaralım…