Güneşli Pazarlar

Kış güneşi dedi. Bir türlü yüzünü göstermiyor. Oysa bir ufacık, köhne “kış güneşi”ne razılar. Birkaç saat açsa, orada, tüm Kırtilya’da insanlar uyudukları derin mi derin uykudan uyanabilirler.

Meraklı gözleri yüzlerine sığmayanlar var. Karanlık sabahlarda makine soğukluğuna bürünüp demirden bir günü ışıldatmaya çalışan binler, on binler, milyonlar. Otomat sessizliğinde her yeni sabahı derin bir suskunluk içinde karşılayanlar. Ağızlarından tek bir söz çıkmayanlar. Dilleri lâl olmuşlar. Soğuk sahanlıklarda moraran parmak uçlarına sarınıp uzak upuzak diyarların hayallerini kuranlar onlar.

Sabahlar, sonsuz bir ızdırap havuzu. Başları soğuk su tanklarına sokup sokup çıkarılan milyonlar, sersemlemiş alınlarını buğulanmış kirli camlara dayadıkça içli bir şarkının uzak nağmelerini hatırlayacak gibi oluyorlar, değil mi?  Başka türlü bir güneş hayal etmenin yasak olduğu günleri fısıldıyor kulaklarına eski zamanlardan kalan bir pikap. Cızırdayarak  “Kara Kış” ezgileri dinletiyor durup dinlenmeden. 

Bırakmıyor. Dinmiyor. Susmuyor.

Gri sabahlar, diyor. Gride demir atmış onca sabah. Kırtilya burası.

Yorgun insanların ülkesi. Kırtilya, benim ülkem. Titreyen bir yağmur damlası gibi nazenin.  Kaderine yas tutamayacak kadar şaşırmış ve ürkmüş.  

Başını çıkarmaya, nefes almaya; tuzlu soğuk su tankının içinden gerçek dünyaya dönmeye çalışan milyonların ülkesi Kırtilya.  Paralel  evrenlerde  yönünü kaybetmiş, pusulası bozulmuş, Kuzey yıldızı koca dağların arkasına saklanmış, nazenin Kırtilya.  

Sen ne kadar yalnız ve güzelsin.

Unuttun mu eski şarkıları, hani kulaklarımıza fısıldadığın. Çocukların neşeli kahkahalarına karışan bilge sözlerin vardı. Masallarda Kaf Dağı’nın ardındaki “Umut Ülkesi”ni gösterirdin utangaç delikanlılara, akıllı kızlara.

Feza’ya… diye bağırırlardı. Feza’ya…

Bilinmeyen güneşleri bulacağız, yeryüzüne bin bir güneşin bin bir ılımanlığını getireceğiz. Güneşin sofrasında, sıcacık günlerin, ekmek ve hürriyet günlerinin, huzurlu, sevecen kardeşliğini indireceğiz göklerden. Yorgun ve ince bedenlerimiz dirilecek. Öz suyumuz hayat verecek yediveren evrene… Kalp ağrımız dinecek o zaman işte, derlerdi. 

Hatırlıyor musun?

Sustular mı?

Neredeler?

Biliyor musun?