Güldür güldür mizah

Aziz Nesin'de bir şeyler var. 

Aziz Nesin halktan yana, evet. Aziz Nesin düzenle çatışıyor, evet. Aziz Nesin ayakların tutmaz olduğu, dillerin bağlandığı zamanlarda kuyuya ilk taşı atıyor, evet. Örgütlüyor, alan açıyor, yoğunlaşıyor, vaz geçmiyor, evet. Kendini eylemiyle kuruyor, eyleminin sonuçları üzerinden kendi çapını genişletiyor, evet.  

Marko Paşa'nın lokomotifi olurken, Aydınlar Dilekçesi'ni örgütlerken, Nesin Vakfı'nı kurarken, Kökten dinciliğe karşı konferans hazırlığı yaparken, İngiliz Kraliçesi'ne, İran Şahı'na verip veriştirirken, karşılığında kendisine dava açılırken hep taraf oluyor, evet. Ve üstelik zamanla sorunu var; hiç durmuyor, hiç yorulmuyor, hiç beklemiyor, evet. 

Ama tüm bu koşuşturma, tüm bu mücadele içinde Aziz Nesin mizah yapıyor ve güldürüyor, evet. Mizahın gücüyle güçleniyor, güç veriyor, meydan okuyor, evet. 

Burada duralım. 

Mizahta yani. 

Burada çok duralım. 

Çünkü mizah, nam-ı diğer  “gülmece” pek önemli.

Çünkü mizah, toplumsal gerçekliğe sıradışı, eğlenceli, eleştirel, hafifseyen ve satirik bir dille yaklaşımın adı. Güldürürken düşündüren deriz ya, tam da öyle. Güldürürken sorgulatan, hmmm dedirten, kabak gibi her şeyi apaçık eden yıkıcılığa sahip mizah. Bu nedenle, içinde meydan okumayı barındıran bir öze sahip ve insanlığı özgürleştirmeye teşebbüsün adı. Hem dıştan hem de içten. Çünkü eleştirilen, “ti”ye alınan durumu, olayı, kişiyi cüceleştiren, soyup soğana çeviren, -anne bak! Kral çıplak! dedirten, bir incir yaprağı ile ortada bırakıveren pratiğin adı mizah.

Köhnemiş töreler, gelenekler, hurafeler, inler, cinler, tinler birbir payını alır, yumruğu burnundan yer mizahta. Adaletsizliğe kılıç sallanır, korkular menevişlenir, cesarete dönüşür. İktidarlar sanki bir uçan tekme ile fezaya yollanır, insan özgürleşir, güven gelir kendine, daha bir dik yürür, daha bir dik bakar. 

Mizah, hırsızın, arsızın, yolsuzun gözlerinin içine dik dik bakar, başını eğmez. Yoksuldur. Ama gururludur, en önemlisi güleçtir. Kasıntı değil ama kahkası boldur. Kikirdektir. Ama yıvış yıvış değildir.

Kimilerine göre gülmek şeytansıymış. Ne gam. Sormak gerek, kime göre diye? Hatırlarım, çocukluğumda evcilik arkadaşımın softa babaannesi vardı. Hiç gülmemize izin vermez. “Kızlar kişnemez” der dururdu. Ardını dönünce nanik yapar, yürüyüşünü taklit ederdik. Güçlenirdik. Bir değil bin kez gülerdik. 

Muzırlığı vardır  gülmenin. Harekete geçirir, miskinlikten korur, engelleri yıkar. Salya sümük ağlamak yerine, iç açan kahkalar atmak, insanı ayakta tutar, devinime geçirir. Korku pısar, yaşamın yükü hafifler. 

Derlermiş ki, Ortaçağ'da gülme cennetle alay etmekmiş.  Cennetin şimdi ve burada yanaşabileceğini ima edermiş çünkü.  Ortaçağ'ın suratsız, çileci, donuk, kasvetli, hareketsiz ve kaderciciliği dikte eden softalarına karşı kahkaha, başların ayak ayakların baş olduğu karnaval ortamına kışkırtıcı bir daveti içerirmiş. Kutsal adledilen nesneleri ve kişileri sıradanlaştıran, ölümlüleştiren ve tabii geyirten bir etkisi var ne de olsa. Arendt de demiş, otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en kesin yolu kahkahadır, diye. 

Hal böyle olunca. Zübüklere, zübük denir elbet bizim buralarda. Zübükler karşısında öfkeden patlama noktasına gelmenin alemi var mı, diye hissedilir. Altı üstü zübük, zübüksen ne zübükmesen ne... 

Altı üstü zübüklü  dünya. Vız gelir tırıs gider, alayının köküne kibrit suyu...

Kibrit suyu, kök mök deyince, zıp zıp zıplayan Aziz Nesin durur mu? Çıkar gelir Anka kuşu gibi kendi küllerinde doğup doğup duran Marko Paşa'dan. 

Marko Paşa Tan matbaası ve Görüşler dergisinin derdest edilmesinden yaklaşık bir yıl sonra pek çok gazeteci ve en başta Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'ın yazdığı Türkiye'nin ilk siyasal mizah dergisi. 

İlk sayısı 1946 Kasım'ında çıkar. Öyle rahatsız eder ki dönemin egemen siyasetçilerini. “Kökü dışarıda” sözü ilk kez bu haddini bilmez Marko Paşa için söylenir. O günden bu güne eremedikleri, idrak edemedikleri, baş edemedikleri tavır ve eylemler karşısında yapıştırılıveren bir sözdür artık “kökü dışarda”. Bu kadim terim üzerine Sabahattin Ali “Ayıp” Aziz Nesin ise tam Aziz Nesinlik biçimde “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” adlı yazıları döşerler. 

Marko Paşa'nın gülerken ısıran sivri dili iktidardakilerini öyle rahatsız eder ki mizah dergisini susturmak için ellerinden geleni arkalarına koymazlar. Davalar, mahkemeler, hapis ve para cezaları gırla gider. Zorunlu olarak derginin logosunda “muharrirler nezaret altına alınmadığı ve hapse girmediği zamanlarda çıkar.” ibaresi konulur mecburen. Bir sürü, onlarca,  matbaa değiştirilir, en sonunda da “Gutenberg Matbaası”nda basılır Marko Paşa... 

Tabii, Marko Paşa, Bizim Paşa, Sizin Paşa, Yedi Sekiz Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa ola ola yaşamını sürdürür. Dedikleri gibi kendi küllerinden doğan anka. 

Biter mi bitmez. 1949 yılında Bakanlar Kurulu dergiyi “dış siyasete aykırı” mahiyette bulduğundan Marko Paşa'nın kimi sayılarının dağıtımının yasaklanmasına ve toplattırılmasına ilişkin kararlar da alır.  

Milli mesele olur yani.  Hem de dış siyasetli milli mesele. 

Bir not dönemin basın organları en fazla 4 bin gibi tiraj yaparken Marko Paşa'nın satış rakamlarının 80 binlere kadar çıktığı söylenir. 

İşte mizahın gücü, işte Aziz Nesinlik ilk siyasal mizah dergisi.

Aziz Nesin'in öğrettiği; siniklik, pasiflik, mıymıntılık, ağlaklık, arabesklik, hareketsizlik, tembellik, miskinlik, çilekeşlik bizden uzak olsun.

Bir derdiniz varsa da Marko Paşa'ya anlatınız lütfen.


Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme'nin 12. sayısında yayınlanmıştır.