Feyruz'la...

Roman eleştirilerine mola vereyim demiştim. Feyruz'u geçen hafta yazacaktım. Bazen günler birbirine karışır ya, işte öyle oldu bana da. Hani sizin hiç başınıza gelmez duygusu, birden “o”nun sizin başınıza da geldiğini idrak edince hissedilen küskünlük ve şaşkınlık. Geçen pazar sabahı hissettiğim duygu, buydu. Halbuki Feyruz üzerine yazmaya doğum gününde  karar vermiştim 21 Kasım'da. Portal'daki hatırlatmadan sonra. Güzelim şarkıyı dinlerken, bir daha, bir daha, diye diye Bağdat'a, Beyrut'a götürdü beni Feyruz. Sevgilinin kollarında dinlendirdi. Gizli dertlerimi depreştirdi. 

Ah Feyruz!

70'lerin sonunda bir konser vermek için Bağdat'a gidiyor ve orada söylüyor Feyruz. Müzik üzerine nasıl yazılır bilmiyorum. Ama beni büyülüyor. Sesinin derinliğine Ortadoğu'nun yaraları karışıyor. İsyan ediyorum. Ağlama isteği dalga dalga yayılıyor. Engel olamıyorum. 60'ların, 70'lerin fotoğraflarına eşlik eden bugünün dünyasından kareler.  Bugünün fotoğrafları iç karartıcı. İnsanlıktan bezdirici. Hiç bitmeyen, habire koyulaşan, kıvamlanan keder, sonunda beni ağlatıyor. 

Niyeyse Bağdat'ın yanıp yıkılmasına karışan Sovyetler Birliği görüntüleri uçuşuyor zihnimde. Bir kez daha, bu hafta da,  bu yazıyı yazmak için oturduğumda da, aynı ritüel ve keder gelip beni buluyor. Yine Sovyetler Birliği fotoğrafı; erken inen kış akşamlarının telaşına eşlik eden ince bir sevinç gibi. Bir işe girişmeden önceki tereddüt gibi. “İyi ki”sözünün arkasında saklanan gizli sırrı yalnız ben biliyormuşum gibi. Hem derin bir hüzün, hem ince bir sevinç. Solmuş siyah beyaz bir fotoğrafa ağıt. O fotoğrafta yer alan tanıdık yüzlerle karşılaşınca hissedilen gurur. 

İyi ki...

İşte, Feyruz beni ağlatıyor bir kez daha. Derken, Kemal Okuyan'ın başka bir bağlamda yazdığı satırlar gelip konuyor avcuma “İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamıyoruz, insanlığı faşizm belasından kurtarmak için ağır bedeller ödeyen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yok; beğenelim beğenmeyelim, Kızır Ordu petrol tekellerinin, silah fabrikatörlerinin, bankerlerin çıkarları için değil, insanlık için dövüşüyordu.”

Sonra Bağdat'ın, Lübnan'ın, Suriye'nin ve aslında hepimizin kara günleri. 

Feyruz, Lübnan'daki iç savaşı protesto etmek için savaş yıllarında, birbirini öldüren halkına şarkı söylemiyor. Bu yüzden savaş boyunca hiçbir görüntüsünde gülümsemiyor. Ülkesini bırakıp gitmiyor. Başı dik, mağrur, susuyor... 

Şarkılarını dinleyen binlercesi, milyonlarcası ise ortak bir duyguda buluşuyor. Belli. Gözyaşı döküyor. Dünyanın olup bitenine, kendine, yurduna, sevgilisine, annesine, anılarına, geleceğine, geçmişine  ağlıyor. İnsanlaşıyor.

Feyruz'un şarkıları insanlaştırıyor, yürekleri kabartıyor. Hıçkırıklara boğuyor...

Youtube'daki şarkılarının altındaki yorumları okumak da öyle. “Seni öyle özledim ki Bağdat, güzel yurdum” diyor biri. Öteki “Amerikalılar Bağdat'ta yıkımdan başka ne bıraktılar?” diye soruyor. Başka biri yanıt veriyor, “Bunun sadece Amerikalıların işi olmadığını unutma” diyor ekliyor “Peki biz bu yıkımı önlemek için ne yaptık?” Öteki durmuyor “Sen neden söz ediyorsun? Amerikalılar Irak'ı mahvettiler ve kabusa çevirdiler. Tony Blaire sadece birkaç gün önce açıklama yaptı. Amerika ve Amerikalılar bunu er ya da geç ödeyecekler” diyor.

Bir başkası “Harika bir şarkı. Bağdat seni asla asla unutmayacağım... Karanlık günlerinde seni savunmaları gerekirken alçaklarla bir olup ilk taşı fırlatarak sana ihanet eden Arap liderlerini suçla. Bütün kalbimiz ve aklımız sende Bağdat...” diyor. 

Öteki “Düşmanlarımızın senden ve benden korkmasından onur duyuyorum. Sen her zaman yaşayacaksın. Umut ediyorum ki, bir gün seni göreceğim, sana dokunacağım. Doğduğum ve büyüdüğüm şehrim, anılarım gün geçtikçe derinleşip güçleniyor. Senin adını taşımaktan mutluluk duyuyorum. Bağdat, Mezopotamya'nın çocuğu, dünyanın başkenti, hiçbir şey senin güzelliğinle karşılaştırılamaz. Bağdat Senin Gözlerin, harika bir şarkı ve bu şarkı bir yabancının gözleriyle görüyor seni. Benim gözlerimden görüyormuş gibi... Seni çok özledim!” diyor. 

Feyruz'dan bu kez de Ya Lübnan geliyor. Biri “Bu şarkı bende ağlama isteği uyandırıyor. Lübnanlılar göç edene kadar nasıl bir hazineyi arkalarında bıraktıklarının farkında değillerdi. Seni çok özledim Beyrut!” diyor. 

Bir diğeri ise, önce susuyor. Sonra buğulanmış  kara gözlerini uzaklara, çok uzaklara çeviriyor. Sonra yavaş yavaş, tane tane, Suriye'de sabahları Feyruz dinlemek gerekir derler ve dinlerler, diyor. Susuyor.

Sen çok yaşa Feyruz...