Ferideleşmek...

Bütün gün bu sözcük takıldı aklıma. “Ferideleşmek” Bir yandan evi temizlerken bir yandan ferideleşmek deyip deyip duruyor, kendi kendime icat ettiğim durumun tüm çağrışımlarını bu sözcüğe hapsetmek istiyorum.

Olur mu size de bilmem.

Bazen bir şarkı sözü, bazen bir şiir dizesi, bazen de böyle nereden geldiğini bilemediğiniz bir sözcük.

Ama başlangıcını bilemediğim uzun bir zamandır, içime diken gibi batan, bir türlü çıkarılamayan, orada olduğu  sızısının hafif hafif beni yoklamasından anladığım  bir sinirlilik durumu var. Her an olanağüstü kötü bir şey olacakmış gibi bir huzursuzluk hissi bu. Bin parçaya bölünmüş memleket gündeminin tek bir başlığının çok değil bir gülümsemeyi bile bizden esirgemesinin yarattığı öfke ve kırgınlık. Yoğunlaşamama, kendinden geçip yapılan işe nüfuz edememe.

İşte böyleyken durumlar, “ferideleşmek” sözcüğü tüm çağrışımları ile geldi, günümü ışıttı.

Komik mi? Peki bir tesadüf mü?

Bilmem.

Reşat Nuri Güntekin'in 1922 yılında basılan romanındaki karakterden, Feride'den söz ediyorum. Ne güzel romandır. Ne güzel karakterdir Feride. Nam-ı diğer Çalıkuşu. Osmanlı'nın son döneminde aşk acısı çektiğinden sebepli kendini Anadolu'ya atan bir genç kadının hikayesidir roman. Zoraki öğretmenliği Bursa'nın Zeyniler köyünde başlar. Bin bir zorlukla başlattıkları, sanki lütfetmişlerdir- öğretmenliğinde, “Anadolu'ya ışık olmak” hevesindedir. Zeyniler'de mekteple karşılaşmasının anlatıldığı bölümler harikuladedir. -Kitap şu an elimde yok, ama keşke romandan bu bölümleri aktarabilseydim. Ama o betimlemelerin yaşattığı dehşet ve Feride'nin ürküntüsünün fotoğrafı hala zihnimde.  Zeyniler köyündeki ahırdan bozma harabenin kasvetli atmosferine mektep deyişleri, şu an bile tüylerimi diken diken ediyor inanın. Bu harabenin yanındaki köy mezarlığı, zayıf, saz benizli, yalınayak çocukların ölüm oyunu.

Hurafeler, cinler, periler ve korkunç taasup.

Ahırdan bozma mektebin her yerini örümcek ağları kaplamıştı hatırlar mısınız?

Temizleye temizleye helak olmuştu Feride.

Te-miz-le-ye, te-miz-le-ye.

Başarmıştı.

İşte Feride Osmanlı'nın son döneminde canhıraş bir başına tutunmaya çalışan bir Çalıkuşu idi. Namazında niyazında hocaefendilerin bıyıklarını bura bura, pek de güzelmiş, dedikleri, uçkur çözmeye çalıştıkları genç kadındı. Gülbeşeker diye diye  kovalar olmuşlardı.

İşte Zeynilerin ahırdan bozma yıkıntılık ve mezarlığa yakın mektebi kolaçan ediyor beni pedofil vakalarını duydukça.

Eğitimin, barınmanın neredeyse bile isteye vakıflara, cemaatlere ve derneklere devredilmesi sonucu, yoksul çocukların sahipsizliği sızlatıyor içimi. “Özel okula gidebilecekti de biz mi göndermedik” diyorlardır belki aileler. Belki de sonsuz inanmış ve kararmış  halleriyle dün Akit gazetesinde bir velinin yorumunda yazdığı gibi, kader, deyip geçiyorlardır.

İşte, ferideleşmek deyince. Ensarı, hacısı, hocası mollası püfff kayboluyorlar.

Ferideleşmek ışıltı katıyor demek.

Pek sevilmişti roman basıldığı dönemde. Doğan kız bebeklere en çok Feride adı verilmişti o yıl.

Kız çocuklarını okumaya, öğrenmeye, Çalıkuşu olmaya heveslendirmişti.

“Ortanca hanım” hikayeleri yoktu. Başları dik ve eğilmez, onurlu, aşk dolu, ışık dolu olmayı istiyorlardı.

Şimdilerde her üç evlilikten biri çocuk evliliği imiş.

4+4+4'ün de büyük katkılarıyla özellikle kız çocuklarının okulu terk etme oranlarında Avrupa birincisi olmuş Feride'nin Anadolu'su.

Kadına en büyük zararı verenin “ekonomik özgürlük” cenderesine hapsedilmesi olduğu söylenmiş, fıtrat denmiş, elinin böreğiyle bi otur evinde börek aç, denmiş, doğum yapan kadın vatani görevini yapmış sayılır buyrulmuş, en önemli kariyer annelik olarak tarif edilmiş.

O musibet diken yine içimde, kanatıyor.

Çıkaramadıkça zor.

Ferideleşmek istiyorum.

Fe-ri-de-leş-mek...