Cahil Hoca

Şimdiden duyar gibiyim. “Hoca camide, hoca camide” deyişlerinizi. Ya da, “Aman, aman hacılardan hocalardan fenalık geldi, hala mı hoca moca diyorsun.” dediğinizi.

Bu hoca başka hoca yalnız. Cahil hoca. Bir kitaptan söz ediyorum. Yazarı Jacques Rancière Metis yayınlarından çıkmış, ikinci baskısını ise henüz  girdiğimiz ayda  yapmış. Arka kapakta şöyle diyor:

“Felsefenin elması Joseph Jacotot'un başına düşmüştür. 1818'de sürgünde bir devrimci olan Jacotot, Belçika'da Fransız edebiyatı okutmanı olarak yarı-zamanlı bir iş bulur. Tek kelime Fransızca bilmeyen Flamanlara, kendisi de tek kelime Flamanca bilmediği halde hocalık etmek zorundadır... Fenelon'un ikidilli bir Telemak baskısı koşar imdadına; “öğrencileri”nin kendi kendilerine Fransızcayı ve kitabı öğrenmelerine kılavuzluk eder.  İnsanın belmediğini de öğretebileceğini gösteren bu tuhaf deneyin sezdirdiği kaçınılmaz sonucu anlamakta hiç gecikmez Jacotot: Bilen ile bilmeyenin, öğreten ile öğrenenin, kol emekçisi ile zihin emekçisinin, kısacası zekaların eşitliği.”

Pek ilgimi çekti. Öyle ya, nereden tutsan elinde kalır nitelikte olan eğitim kurumlarının işlevlerinin analizini de barındıran, yeni pencereler açan, düşündüren, şaşırtan bir kitap.

Eğitim ne anlama geliyor yaşadığımız toplumda?

Toplumsal eşitsizlikleri bir yandan perdeleyen bir yandan  onları yeniden üreten, düşünmeyi ketleyen, sorgulamayı engelleyen, itaatkar bireyleri yücelten bir mekanizma olarak iş görüyor.  Herkese eşit mesafeden yaklaşıyormuş hissiyatı yaratırken, bazılarının daha eşit, bazılaının ise ileri derece noksan zekalı ve tembel olduğunun altını çiziyor, gizli diliyle umutları söndürüp, bir yandan da kıt da olsa umut parçacıkları sepeliyor. Nihayetinde büyük bir “uzlaşmalar” projesi olarak eşitsizlikleri pekiştiriyor.

“Cahil, cahilin kapasitesini kullanırken karşılaştığı engel cehaleti değil, cehaletin onaylanmış olmasıdır. Eşitsizliğin nedeninin zeka olduğu fikrinde saplanıp kalmıştır.” Öyle değil mi?

Yani fıtrat, yani yaradılış, deyin. Tamam işte. O zaman, tüm eşitsizlik ve cahillik hikayeleri yerli yerine oturur.

İnsanların “öğretim görmesi” önemlidir tabii. “Büyük uzlaşma” çerçevesinde, zebil gibi eğitim kurumları, cemaatler, vakıflar, hayırseverler son derece yararlı bilgileri öğrencilere aktarmak, onlara yarınları emanet etmekte yarışırlar adeta. Yalan değil, ancak gizli dilleri, kuş dilleri, şeker dilleri neler neler  söyler bir dinleseniz.

Örneğin, yoksulluktan ötürü kızmamayı öğretirler. Bütünlüklü, yekpare bir dünya yanılsaması yaratırlar. İkili dünya düşüncesi akıllara düşünce zor  elbet. Neden? Nasıl? diye sorgulamaya başlar insan. Sonra, şu aralar pek nadir gördüğümüz ama az da olsa rastladığımız bir iki yoksul ve yetenekli çocuğun koştur koştur merdivenin en tepesine çıkmasını, en büyük başarı hikayesi olarak, “yoksul, kıt zekalı ve tembel kafalara” kakar ha kakarlar.

Ne de olsa, “çalışan kazanır, elması kızarır.”

“Tezi şöyle özetleyebiliriz: Okul, eşitsizliğin nasıl işlediğinden bihaber olduğu için, kendisine verilen eşitsizliği azaltma görevini yerine getiremez. “Bireysel beceri” mefhumunun öğrenciler arasındaki farklılıkları  açıklama işini tek başına yaptığını varsayar. Ama bu “beceri”nin kendisi yalnızca elit çocukların kültürel ayrıcalığının özümsenmesidir. Bu sınıftan çocuklar bunu bilmek istemezken, tahakküm altındaki çocuklar bunu bilemez ve yetenekten yoksun olduklarının acı dolu farkındalığıyla kendilerini elerler. Eşitlikçi görünüşü, toplumsal olarak miras kalan kültürel sermayenin bireysel farklılığa dönüşmesini sakladığı için, Okul eşitliği getirmekte başarısız olur.” *

Sonuç olarak, kitaptan alıntılayalım “Halkı aptallaştıran öğrenimsizlik değil, zekasının aşağı olduğuna duyduğu inançtır. “Aşağı olanları aptallaştıran şey “üstün olanlar”ı da aptallaştırır. Çünkü ancak iki zekanın eşitliğini doğrulayabilecek bir benzeriyle konuşan kişi kendi zekasını doğrulayabilir.”

O zaman, tahsil ve eğitimin uyumu iki kat aptallaşma mı demektir?

Ben bilemedim, siz ne dersiniz?

* http://direnmekyaratmaktir.blogspot.com.tr/2012/02/cahil-hoca.html