Tek bir kare fotoğraf

Sinan Sönmez'in "Tek bir kare fotoğraf" başlıklı yazısı 22 Aralık 2012 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Fotoğraflar sayfalar dolusu bir yazıdan çok daha çarpıcı ve etkili olabiliyor. Tek bir kare, baskıyı ve şiddeti gözler önüne serebiliyor. ODTÜ’de öğrencilere karşı uygulanan şiddet kameralar tarafından saptanıyor WEB sitelerinde ve yandaş olmayan gazetelerde yer alıyor. Uygulanan şiddeti protesto etmek için üniversitede düzenlenen toplantıda verdiği Demokrasi ve İnsan Hakiarı dersinde Raşit Kaya Hoca’nın “Tepkisini göstermeyen onurlu yaşam sürdüremez, yaşasın onurlu yaşamımız” sözcükleriyle dile getirdiği düşüncesine katılmamak mümkün mü?

Gazetelerde yer alan fotoğraflar arasından çarpıcı tek bir kareye nefesimi tutarak odaklanıyorum. Bu kare gözlerimin önünden gitmiyor. İlköğretim öğrencisi iki küçük kız çocuğu, buz gibi karlı havada üstlerinde yalnızca mavi okul önlüğü, birinin ayağında terlik, diğerinde yırtık bir pabuç çocuklara özgü masum ama üzgün ve çaresiz gözlerle bakıyor. Fotoğraf ile aynı sayfada yer alan bir diğer haber ise Türkiye’deki tabloyu ortaya koyuyor: İstanbul’da iki yıl sonra tamamlanacak 43 katlı bir “tower”ın yalnızca beş katında yer alan ofis/daireleri gayrimenkul şirketi 1,5 milyon dolara satışa çıkarıyor ve 2015’e kadar 875 milyon dolar tutarında yatırım yapmayı planlıyor. Ve bir başka haberde dünyanın önde gelen markaların satıldığı İstinyePark’ta yer almak için patronların sıraya girdiği muştulanıyor. Değerli sanatçı Timur Selçuk’a kulak vermenin tam zamanıdır: “Kriz bunalım derken/Bilançoya bir baktık/Bu yıl iki misli kar/Hayret şu işe bak sen/.../Ekonomi tıkırında.” Yıllar öncesinden süzülüp gelen şarkının sözleri tam da bugünlere uyuyor...

Tek bir kare fotoğraf ülkemizdeki en az 12 milyon yoksulu ve gelir bölüşümündeki çarpıklığı gözlerimizin içine sokuyor.Akla arşivlerde yer alan iki fotoğraf karesi daha geliyor: İlki -Ankara’nın en işlek bulvarlarından olan ve pastane ve kafelerin sıralandığı Turan Güneş’e kadar taşarak- ekmek peşinde yazın sıcağında, kışın dondurucu ayazında ekmek bekleyen işsizleri gösteriyor. İkincisi ise bankaların önünde maaş sırasında sabırla bekleyen, çoğu yaşlı ve hasta emeklileri yansıtıyor. Hani birkaç gün önce Maliye Bakanı’nın fazlasıyla ödeme yapıldığını söyleyerek “hadlerini bildirdiği” emekliler... Karelerin tamamlanmasıyla ortaya çıkan büyük fotoğrafta eşitsiz gelir bölüşümü, temel ihtiyaçlarını gideremeyen milyonlar, özellikle çocuklar açısından dramatik olan yetersiz ve dengesiz beslenme, işsizlik, ezici çoğunluğu yoksulluğa terk edilmiş emekliler, giderek ticarileşen kamu hizmetleri, zaten yetersiz olan sosyal devlet uygulamalarının tümden tasfiyesiyle birlikte dışarıdan gelen parayla şişen iç talep, bağlantılı olarak konut yapımıyla, inşaat sektörüyle üflenen, şimdilerde “kentsel dönüşüm”le sürdürülmekte ısrar edilen ekonomik büyüme balonu yer alıyor. Türkiye bir yönüyle hızla Hindistanlaşma yörüngesine oturuyorken çok önemli bir fark da gözleniyor. Nüfusu 1 milyar 200 milyonun üzerindeki Hindistan’da, gelir bölüşümünde farklı paylara sahip olmalarına karşın 300 milyon dolayında pazara talep oluşturan, satın alma gücüne sahip bir tüketici kitlesi bulunuyor. Kaymak tabaka da İstanbul gibi çekim merkezlerindeki en lüks otellerde “krallara layık” düğünler yapıyor. Geri kalanların satın alma gücü sıfır. Önemsenmiyorlar, büyük bölümü de yaşamıyor, sürünüyor. Ancak Hindistan’ın ciddi bir sanayileşme sürecini sürdürmesi, inovasyoncu bir temele sahip olması ve yüksek teknoloji yoğun ürünler piyasasında yer alması Türkiye ile arasındaki farkı ortaya koyuyor.

Türkiye’de ise ithalata bağımlı düşük katma değer yaratan sanayi sektörü standart teknoloji yoğun ürünlere odaklanırken, yüksek teknoloji üretiminden uzak duruyor. Uluslararası finansal sermayenin iştahına bağlı kalan bir ekonomide daha farklı sonuçlar zaten beklenemez. Piyasa ekonomilerine özgü bir “sanayi demokrasisi” kurmaya elverişli siyasi, sosyal ve ekonomik koşullarından hızla uzaklaşılıyor. Sosyal katmanlar arasındaki göreli denge giderek ortadan kalkıyor hak talebinde bulunma potansiyeline sahip kitleler doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak baskılanıyor ve güdümleniyor. Kuşkusuz dışarıdan gelen paranın belirli ölçülerde topluma ve özellikle de orta sınıflara yansıtılması, örneğin tüketimlerini borçlanılan parayla artırmaları, üzerilerinde uyuşturucu etkisi yaratıyor. İşte bu süreçte, gazetelerden izleneceği üzere ülkemizdeki dolar milyonerlerinin ve milyarderlerinin sayısı baş döndürücü hızla artarak dünya liginde Türkiye’yi hatırı sayılır bir sıraya taşırken siyasi, sosyal ve ekonomik hak kayıpları ivme kazanıyor ve niteliği düşük eğitim, insan hakları, insani kalkınma gibi alanlarda son sıralara kayılıyor kadının sosyal konumu bir kenara bıraklıyor.

İşte tek bir kare fotoğrafın çağrıştırdıkları...