‘Paketlenmiş demokrasi’ ve akademik özgürlük

Türkiye ekonomisindeki yapısal bozukluğun kısa tarihini rakamlarla sergilemeyi gelecek haftalara ertelemek kaçınılmaz oldu. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı’nın TBMM’de yaptığı konuşmada son oniki yılda uygulanan iktisat politikalarını ve gelinen noktayı övmesine, çok başarılı bulmasına değinmeyeceğiz.

Ekonomideki yapısal bozukluk ve tahribat konusunu ertelemenin nedeni, başbakanın meşhur demokratikleşme paketini açıklaması ve üniversitelerin Eylül ortasından itibaren yeni eğitim yılına başlamalarıdır. Birçok üniversitede bu yıla kadar, başbakan, bakanlar ve resmi sıfatlı kişilerin davet edildiği, uzun siyasi propaganda konuşmalarının yapıldığı törenler bu kez geçiştirilmektedir. Neden mi? Protestolardan, demokratik karşı duruşun sergilenmesinden çekinildiği için!

Ülkemizde üniversitelerin siyasi baskı altında olduğu ifadesi de gerçeği tam anlamıyla yansıtmıyor. Baskı altına alınanlar kuruluşu geçmişe dayanan, kurumsallaşmış, farklı düzeylerde olsa da belirli bir akademik ortama ve olgunluğa sahip, akademik özgürlük ve özerkliği yaşamış olan kurumlardır. Yakın tarihte kurulanların siyasi ve parasal hedefler gözetilerek oluşturulduğu, siyasi güç odakları, cemaatler ve/veya sermaye gruplarının üniversite üst yönetimini ve büyük ölçüde “akademik” kadroları belirlediği biliniyor. Bu tür yüksek eğitim kurumları baskı altına alınmamış, doğarken başkalaştırılmıştır. Merkeziyetçi, otoriter, siyasal güç odaklarının rotasına yerleştirilen kurumlar söz konusudur.

Demokrasi kavramının özünün boşaltıldığı, “demokrasinin paketlendiği” koşullarda akademik özgürlük ve üniversitelerde özerklik konusuna değinilmemesi şaşırtıcı değildir. Özgürlük ve özerkliğe ilişkin başvuru belgelerinden yalnızca ikisi okunduğunda, Türkiye’deki üniversitelerin bu kavramlardan ne kadar uzak düştüğü görülmektedir. Metinlerden ilki Dünya Üniversiteler Servisi’nin (Worid University Service-WUS) 1988’de kabul ettiği Lima Bildirgesi’dir. İkincisi UNESCO’nun Kasım 1997’de kabul ettiği Tavsiye Kararı’dır. Başvurduğumuz metinlere noktası virgülüne bu sütunlarda yer vermenin olanaksızlığını dikkate alarak, özünü hiç değiştirmeden, Lima Bildirgesi’nden kısa alıntılar yapalım.

“«Akademik özgürlük», akademik bir çevre (yazarın notu: akademik çevre üniversitede çalışan herkesi kapsamaktadır) üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma ve yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükler anlamına gelir.

Akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesi taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.

Devletler akademik çevrenin tüm üyeleri için İnsan Hakları Konusunda Birleşmiş Milletler antlaşmalarında tanınan temel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları sağlamak ve bunlara saygı göstermekle yükümlüdür. Akademik çevrenin her üyesi başta düşünce, vicdan, din, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere kişinin özgürlüğü ve dokunulmazlığı ile seyahat özgürlüğünden yararlanır.

Akademik çevrenin tüm üyeleri, çıkarlarını korumak amacıyla sendikalar kurma ya da sendikalara katılma hakkı da dahil olmak üzere, başkalarıyla birlikte örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir.

Tüm yüksek öğretim kurumları diğer benzeri kurumlar ve kendi akademik çevreleri içindeki bireylerle, baskıya maruz kaldıkları zaman dayanışma içinde olmalıdırlar. Bu dayanışma maddi ya da manevi olabilir ve baskı kurbanlarına sığınma, iş ya da eğitim olanakları sağlamayı içermelidir.

Akademik özgürlükten gerektiği gibi yararlanmak ve yukarıdaki maddelerde sözü geçen yükümlülüklere uymak, yüksek öğretim kurumlarının üst düzeyde özerkliğe sahip olmasını gerektirir. Devletler, yüksek öğretim kurumlarının özerkliğine müdahale etmemekle ve toplumdaki diğer güçlerin müdahalelerini de önlemekle yükümlüdürler.

Yüksel öğretim kurumlarının özerkliği, ilgili akademik çevrenin tüm üyelerinin aktif katılımını içeren demokratik bir özyönetimle gerçekleşir. Akademik çevrenin tüm üyeleri, herhangi bir ayrım yapılmaksızın akademik ve idari işlerin yürütülmesinde yer alma hakkına ve olanağına sahiptirler. Yüksek öğretim kurumlarının tüm yönetim organları özgürce seçilir ve akademik çevrenin değişik kesimleri içerir. Özerklik, eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar, kaynakların kullanımı ve diğer ilgili faaliyetlerle ilgili politikaların belirlenmesine ve yürütülmesine ilişkin kararları kapsamalıdır”.

İngiltere’den Japonya’ya, ABD’den Çin’e uzanan coğrafyada bir dizi kurum tarafından yapılan dünya üniversiteler sınıflandırılmasını giderek magazin haberine dönüştüren Türkiye’deki holding ve yandaş basının, akademik özgürlükler ve demokratik üniversite konusunda sus pus kesilmesi yeni usul demokrasinin bir tezahürü olsa gerek!