Neo-liberal tarikat ve devlet

Sinan Sönmez'in "Neo-liberal tarikat ve devlet" başlıklı köşe yazısı 15 Aralık 2012 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Etnik milliyetçilik ve din/tarikat/cemaat odaklı söylem ve politikalar ile uzlaşabilen neo-liberalizmin, özellikle son otuz-kırk yılda katettiği mesafeyle birlikte küresel bir tarikata dönüştüğüne ilişkin görüş, geçen haftaki yazının konusunu oluşturmaktaydı. Aslında tarikat/cemaat ve devlet sözcüklerinin yanyana kolaylıkla getirildiği bir ülkede yaşıyoruz. Konuyu inceleyen yazarların kitaplarından dolayı başlarına gelmedik kalmadı! Gelecekte beyaz perdeye de yansıtılacak senaryoların yazılacağı zengin bir ilişkiler yumağı söz konusu. Senaristler ve yönetmenler nerede?

Sol Mercek’te ise konuya ağırlıklı olarak iktisat politikaları penceresinden baktık. Aynı pencerenin önünden ayrılmayarak, devletin konumuna ilişkin bazı saptamalar yapalım. Daha doğrusu kapitalist devletin neo-liberal uygulamalar içindeki konumunu sorgulayalım.

Neo-liberalizm ve devlet terimleri bir araya getirildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri de siyaset bilimci Francis Fukuyama’dır. Fukuyama, SSCB’nin çözülmesi ve sosyalist blokun dağılmasının ardından kapitalizmin mutlak zaferini ilan ederek “tarihin sonu”na gelindiğini müjdeledikten sonra “devletin yeniden inşası”na soyundu. Yazarın yeniden inşa edilmesini gerekli gördüğü devlet, neo-liberal devletten başka bir şey değildir.

Kapitalist devletin konumunu açıkça betimleyen Marksist iktisatçı James O’Connor “Devletin Mali Krizi” başlıklı kitabında kapitalist devletin iki temel, ancak çelişkili işlevi olduğunu belirtir. Bunlar sermaye birikimi ve meşrulaştırmadır devlet kârlı sermaye birikimi için gerekli koşulları oluşturma ve sürdürmenin yanı sıra sosyal uyum için de düzenleme yapmak durumundadır. Yazarın değerlendirmesi 2. Dünya Savaşı’ndan 1970’li yıllara uzanan ve özel tarihsel koşullarda hızlı ekonomik büyümeye koşut olarak, refah devletinin gelişmiş kapitalist ülkelerde yaygınlık kazandığı döneme ilişkindir. Ancak sihir bozulmuş, kaçınılmaz olarak derin sosyal etkiler yaratan kriz, 1970’lerin ortalarında patlak vermiştir. Krizi devlet müdahalesine ağırlık veren -Keynesci- tedavi yöntemleriyle aşmak olanaksızlaşmıştır. Kapitalizmin yapısal sorunlarından kaynaklanan kriz, bir kez daha, Marx’ın onca çabaya karşın çürütülemeyen “ortalama kâr haddinin düşme eğilimi” yasasını doğrulamıştır. Kâr haddindeki düşmeye çare bulmak için bulunan çözüm, ekonominin finansallaşmasını sağlamak, üretimde karşılığı olmayan, yapay ve sanal finansal balonlar yaratmak olmuştur. 2007’de baş gösteren ve ertesi yıl olgunlaşan son küresel finansal kriz bu tasarım ve uygulamanın dayanıksızlığını ortaya koymuştur. Ekonominin finansallaşması sürecinin ideolojik kılıfı neo-liberal etiketlidir, uygulanan iktisat politikaları neo-liberal damgalıdır, devletin yeniden yapılandırılması politikaları neo-liberalizm kabında yoğurulmuştur.

Neo-liberal çerçeveye sokulan kamu yönetimi ve diğer kamu hizmet birimleri, yurttaşlara hizmet sunma yerine, yönetişim ilkesine uygun olarak tüketici-müşterilere hizmet satmaya soyunmaktadır. Nitekim ülkemizde “sağlıkta dönüşüm” olarak adlandırılan neo-liberal program sonucunda artık devlet hastanelerinden sağlık hizmeti almak giderek zorlaştırılmış, yapılan son düzenlemelerle bu kurumlar birer ticari işletmeye dönüştürülme sürecine sokulmuştur. Zaten yetersiz olan koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşmak bir yana, tedaviye ihtiyaç duyanlar da artık birer müşteridir! Tahliller, MR’lar, tomografiler ve benzerlerinin dünyasında koşuşturanların karşısında sağlık AVM’leri bulunmaktadır. İstediğiniz fiyata ve kaliteye ürünleri satın alabilirsiniz!

Piyasacı anlayışın diğer anlamlı örneğini özel eğitim kurumları oluşturmaktadır. Öğrencilerin müşteri olarak algılandığı bir sistem hızla oluşturulurken, sistemi yerleştirmek için yoğun ve yaygın ideolojik propaganda kamuoyuna şırınga edilmektedir. 12 Aralık tarihli soL’da “Yükseköğretimin patronları: Bırakınız yapalım” başlığıyla verilen haberin içeriği yükseköğretimde tasarlanan değişikliklerin özünü ve felsefesini bir ölçüde gözler önüne seriyor. Kimi patronların söylediklerinden birkaç alıntı yapalım: ”Bankalardaki gibi reyting sistemi getirilsin”, “Üniversiteler batar, batsın bırak. Amerikan marketlerinde çok satılık üniversite var”, “Yabancı öğrenci çekmek için Antalya’da üniversite açtık”. Beyler paranızı nemalandırmak istiyorsanız zaten yatırımlarınızın olduğu finans, ticaret, turizm gibi alanlara yönelmeniz uygun olmaz mı? Yoksa kâr yükseköğretimde daha mı yüksek? Hele üniversiteler dünyası gündemde kalmak ve propaganda yapmak için iyi bir araçsa...

Ancak büyük resmi görmek gerekiyor. Türkiye’de kamu hizmetinin tasfiyesi ve neo-liberal devletin inşası yönündeki adımlar yeni değil, mevcut iktidar ise koşar adımlarla süreci tamamlamak üzere...

Kısa bir anımsatma geçmişte yürürlüğe sokulan GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) ile, “kamu hizmeti”nin üretilip sunulduğu alanları da kapsamak üzere, tüm hizmet sektörü ve ilgili tüm üretim ve yatırım sektörlerinin piyasa ekonomisi ve serbest ticaret kurallarına açılması hedeflenmişti. Kapsama alınan hizmet kategorileri arasında belediyelerin üretip sunduğu ve belediyelerin bağlantılı olduğu hizmetler, eğitim ve eğitim araç ve gereçleri üreten alt-sektörler, kültürel ve sportif faaliyetler ile ilgili hizmet üreten sektörler, enerji, kullanma suyu, atık su, kanalizasyon, sağlık, hastane ve sosyal güvenlik, güvenlik hizmetleri de yer almaktadır. Anımsatmak istedik...