İstikrar mı? İstemez, kalsın!

Yazı başlığı tuhaf gözükebilir. Siyaseten ortalık toz duman içindeyken, siyasi işbirliği ve dengelerin arkasındaki güç odaklarının parasal çıkarları ve yaptıkları vurgunların küçük bir bölümü ortaya saçılırken, başlıktaki soru ve kestirmeden verilen yanıt nereden çıktı diyebilirsiniz. Oysa ki konuya el atmanın tam zamanıdır. Üstelik Sol Cephe kurulmuşken istikrarın siyasi ve ekonomi boyutuyla sorgulanmasının zamanıdır.

Görünürde Türkiye 2012 genel seçimlerinden bu yana siyasi istikrar içindedir. İstikrardan kastedilen tek parti hükümetidir. Meclis’te mutlak çoğunluğa sahip olmanın avantajı ve özellikle TBMM ‘de etkin muhalefetin eksikliği iktidarın mutlak gücünü pekiştirmesini sağlamıştır. ABD , AB , küresel finans sermayesi ile Türkiye’deki ortakları –yeşil veya laik(!)- siyasi istikrardan hoşnut olarak desteği sürdürmüşlerdir. Bir komplo teorisi yazmaya soyunmaksızın her grubun ekonomik ve siyasi çıkar peşinde koştuğunu, çıkarların da genelde aynı doğrultuda sıralandığını söylemek gerekiyor. Başbakan’ın bir dönem çok sık kullandığı “kazan kazan” terimi bu süreci yansıtmaktadır. Anımsatalım “kazan kazan” (win win) oyun teorisinde uygulanan stratejiler arasında yer almaktadır. Kısaca oyuna katılanların tümü oyundan kazançlı çıkar veya en azından kayba uğramazlar.

Siyasi istikrar ekonomide istenen “istikrarı” sağlarken iktidarın gücünü pekiştirmesine destek vermiştir. Ekonomideki gidişat yukarıda değinilen güç odakları, yani küresel oyuncular ve yerli ortakları tarafından övgüyle karşılanmıştır. Nasıl karşılamasınlar ki? Bu süreçte, defalarca değinildiği üzere ekonomide büyüme ağırlıklı olarak sıcak paraya, yani kısa vadeli spekülatif özelliklere sahip sermaye girişine bağımlı kılınmıştır. Borsada oynayanlar, devlet borç senetleri gibi araçlara para yatıranlar büyük kazançlar elde etmiş ve TL’nin yakın tarihe kadar döviz (özellikle ABD doları) karşısında aşırı değer kazanması sayesinde dolar cinsinden kazançları katlanmıştır. Özelleştirme sayesinde yabancı sermayedarlar ve yerli ortakları yeni kazanç alanları bulmuştur. Doğrudan yatırım olarak bilançolarda gözüken rakamlara göz atılması yeterli olacaktır yabancı sermaye özelleştirilen kamu işletmelerinin yanısıra yerli özel kuruluşları satın almış, yani şeklen doğrudan yatırım yapmıştır.
Bankalardan temizlik ve hijyen ürünlerine, gıdadan tekstile uzanan geniş bir sanayi yelpazesinde yabancı sermayeye devir söz konusudur. Doğal olarak gayrimenkul alımını da tabloya eklemek gerekiyor. Ekonomik istikrar döneminde ithal girdilere bağımlılığı hızla artan imalat sanayisi düşük katma değer üretmeye mahkum kılınmıştır. İstikrar işsizliğin yerleşmesine yol açmış, kayıtdışı ekonominin boyutları daraltılamamış, dış borçlanma hızla tırmanmıştır.

Son veriler “istikrarlı” Türkiye ekonominin durumunu yansıtmaktadır. Finansal kırılganlık ve risk algılamasında kullanılan göstergeler arasında yer alan kısa vadeli dış borcun toplam dış borca oranı 2002 yılı sonu ve Haziran 2013 arasında yüzde 12,7’den yüzde yüzde 34’e yükselmiştir. Biraz ayrıntıya girelim: başvurulan zaman kesitinde 16,4 milyar dolar olan kısa vadeli dış borç tutarı 125,4 milyar dolara (Ekim 2013) ulaşmıştır. Sonuna yaklaştığımız yılın Ekim ayında vadesine en fazla bir yıl kalan , yani en geç Ekim 2014’e kadar ödenecek toplam borç tutarı (kamu + özel) 164,6 milyar dolardır. Bu tutarın içinde özel kesimin payı 140,3 milyar dolara eşitlenmiştir. Bankacılık sektörünün Ekim 2014 tarihine kadar ödeyeceği borç tutarı ise 79,8 milyar dolara ulaşmıştır. Toplam dış borcun 129,6 milyar dolardan 367,4 milyar dolara yükseldiği ve özel kesimin payının yüzde 68,7’ye eşitlendiği dikkate alınırsa, sürdürülmeye çalışılan büyümenin, ardında yatan dış borçlanmanın ve hanehalkı iç borçlanmasının perde arkası belirli ölçüde sergilenebilmektedir. Bu bağlamda Ekim 2013 tarihinde Türkiye’nin uluslararası yatırm pozisyonunun 420,3 milyar dolar açık verdiğini, yani yükümlüklerinin varlıklarından 420,3 milyar dolar daha fazla olduğuna da dikkat çekelim. Bir yıl öncesine göre 12,3 milyar dolar artarak Ekim ayında 51,9 milyar dolara ulaşan döviz açığını (dış açık), Eylül ayı itibariyla makyajlanmış haliyle bile tarım dışında yüzde 12,4’e, genç nüfusta yüzde 22,1’e ulaşan, resmi istatistiklerde 2 milyon 831 bin kişi olarak gösterilen, iş aramayıp çalışmaya hazır olanlarla birlikte 4 milyon 826 bin kişiye ulaşan işsiz kitlesi dikkate alınıca, en iyimser tahminle yüzde 16,8’e tırmanan işsizlik oranını da tabloya ekleyelim.

Şimdi ise güç odakları “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonu nedeniyle tedirgindir. Siyasi güç kavgasının ekonomi alanına yansıması gelecek günlerde ortaya çıkacaktır. Siyasi güç kaybı kazancın ve rantın paylaşımını mutlaka etkileyecektir. Ayrıca Türkiye’deki yatırımlarından büyük kazanç sağlayan küresel güç odakları da kazanç kapılarının daralma olasılığı karşısında tedirginlik duymaya başlamıştır.

Sonuç mu? Dış destekli siyasi istikrarın şimdiye kadarki biançosu çok ağır oldu. Bu bilançoyu ayrıntıları emek ve özgürlükten yana olanlar tarafından çok iyi biliniyor. Yitirilen en temel hak ve özgürlükler, yitirilen ve karartılan yaşamlar bilançonun özünü oluşturmaktadır. Ekonomide istikrarın damga vurduğu yıllar olarak nitelendirilen 2002 sonrası ise yaratılan ekonomik çarpıklık, borçluluk ve kırılganlığa koşut olarak vurgunlara, yolsuzluğa kapıyı ardına kadar açtı ve türedi dolar milyarderleri yarattı. Geçmişte kapitalist sömürünün yol açtığı tahribat son dönemde sosyal yıkım aşamasına ulaşmıştır.

Siyasi ve ekonomik “istikrar”ın çok kısa bilançosunu eksiklileri göze alarak sergilemeye çalıştık. Yazı başlığındaki soruya verilen kestirmden yanıt yerinde değil mi?