Havalar hızla değişiyor

Sinan Sönmez'in "Havalar Hızla Değişiyor" başlıklı yazısı 15 Haziran 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Geçen hafta yazamadım. Yurtdışındaki çalışma programının yoğunluğu engelledi. Bununla birlikte özellikle liberal ve sosyal-demokrat yelpazede yer alan yabancı akademi mensuplarının ülkemizdeki antidemokratik baskıcı uygulamalar konusunda değişen konumlarına ilişkin bazı gözlemler yapma olanağına sahip oldum. Önemli mi? Algılama ve tavırdaki hızlı değişikliği yansıtması açısından kayda değer. İstanbul ve Ankara’da polisin kullandığı şiddetin birebir medya tarafından görsel olarak yansıtılmasının ve kitlelerin gösterdiği dirençteki kararlılığın, algılamadaki değişiklikte önemli paya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Yakın zamana kadar mevcut iktidarın uygulamaları yabancı yayın kuruşları tarafından desteklendi. Bu desteğe tanık olduk. Çünkü günümüzde uydu aracılığıyla, kablo kanalıyla veya internet üzerinden yaklaşık olarak tüm yabancı TV yayınlarına ulaşmak şimdilik olanaklı. İnternet günlük, haftalık ve aylık gazete ve dergilere erişimi de şimdilik büyük ölçüde olanaklı kılıyor. Şimdilik sözcüğünü özellikle kullanıyorum çünkü sansür hızla yaygınlaştırıldığı için çok sayıda internet portalına erişim engellendi ve engelleniyor.

Mevcut siyasi yönetimin geliştirdiği askeri vesayeti ortadan kaldırma söylemi ve uygulamaları özellikle Batı’da çok alkış aldı. Siyasi rejimin hızla dönüştürülmesi, çıkarılan baskıcı yasalar ve çalışma yaşamıyla sosyal alanda yapılan baskıcı ve kısıtlayıcı düzenlemeler, sosyal hakların tasfiyesi, laiklikten hızla uzaklaşılarak sosyal, kültürel ve günlük yaşamın hızla İslami kurallar yörüngesine oturtulması bir kenara bırakıldı.

Fransızların, hor gördükleri Şark için kullandıkları çok bilinen “Bon Pour l’Orient” (Şark için iyidir) teriminin Türkiye’ye biçilmiş kaftan görülen “ılımlı İslam” rejimine birebir uyduğunu söyleyebiliriz. Fransa gibi ülkeler başta olmak üzere Batı için gerekli görülen, duyarlılıkla savunulan laiklik, Türkiye için lüks olarak kabul edildi en uygun rejim “ılımlı İslam” olarak görüldü!

Üstelik hükümetin ABD ile işbirliği çerçevesinde açtığı Kürt kartı, desteği daha da artırdı. Yıllardır süren başkaldırı, dökülen kan, hâlâ ne olduğu netleşmeyen bir uzlaşıyla, “barış” ile taçlandırılacaktı. Doğrusu Kürt sorununun çözümü konusunda gelinen nokta umut vericiydi. Hiçbir hükümetin aramadığı çözüm yolunda mevcut hükümet hızla ve cesaretle ilerliyordu.

Türkiye özellikle Avro ekonomilerinin krizle boğuştukları dönemde -kriz halen sürüyor- yüksek büyüme hızlarını yakalamıştı ve kriz sürecinde kârlı yatırım alanları arayan spekülatif fonlar için cazip bir yatırım alanını oluşturuyordu.

Türkiye, ekonomi açısından da yükselen bir yıldızdı. “Güzide” basınımızın “kriz kahini” sıfatını uygun bulduğu Prof. Nouriel Roubini ve Prof. Jeffrey Sachs başta olmak üzere seçkin ve medyatik akademisyen tayfası da zaten Türkiye’ye olan hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Hayran olunmayacak gibi de değildi! Tüm sektörlerden sonra devlet taşınmazlarının, ormanlık alanların, her tür doğal kaynakların ve zenginliklerin özelleştirmeye açıldığı, deregülasyonun (kuralsızlık veya piyasa kuralları) baş tacı edilerek HES katliamının yaşandığı bir AVM ekonomisi doğal olarak takdir edilirdi.

Ancak bir süredir AKP’nin içeride ve dış politikada attığı adımlar ihtiyatla, zaman zaman da kaygıyla izlenir, yorumlanır oldu. Dış politika, özellikle de içselleştirilen Suriye politikası ve giderek tırmandırılan gerginliğe koşut olarak ülkede sürdürülen otoriter ve emredici biçem ve uygulamalar, basın özgürlüğünün kısıtlanması kaygıları artırmakla kalmadı, tepkilerin oluşmasına yol açtı. Taksim Gezi Parkı bardağı taşıran damlayı oluşturdu.

Türkiye’de hükümetin uygulamalarını beğenen, destekleyen ve kulaktan dolma enformasyonla yetinen akademi dünyası, şaşkınlıkla Türkiye’de olup bitenleri izliyor. Türkiye’de moda deyişle “askeri vesayet”in tasfiyesi ve “Kürt sorunu”nun, belirsiz çözümü doğrultusunda atılan sözde adımların ötesinde, ülkede bir demokrasi sorunu olduğunu keşfetmeye başlıyor. Demokratik hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamaların yalnızca Kürt kökenlilerin sorunu olmadığını, etnik ayrımcılık ile sorunun çözülemeyeceğini görmeye başlıyor. Üstelik kitleselleşen ve yaygınlaşan protestonun ve direnişin şiddete dayanmadığını, buna karşın kolluk güçlerinin aşırı şiddete başvurduğunu gözlemliyor, irkiliyor ve sorguluyor.

Ekonomiye gelince dış sermaye girişine, özellikle de spekülatif sermayeye göbekten bağlı olan mevcut AVM ekonomisinde “faiz lobisi” de neymiş? Bu konuyu da gelecek hafta ele alalım.