YÖK’lük işler: Öğretmenlik sertifikası!

YÖK’ün, öğretmenlik sertifikası konusunu da YÖK’lük işlere benzettiği görülüyor. Bu konuda da ülke gerçeklerine uygun kararlar veremiyor.

Osmanlı, fen-edebiyattan önce öğretmen yetiştiren bir kurum açıyor. Bu kurumdan bir çeyrek asır sonra açtığı üniversitede (darülfünunda), amacı öğretmen yetiştirmek olmayan fen-edebiyat alanlarına yer vermeye başlıyor. Yeteri sayıda öğretmen yetiştirilemediğinden isteyen medrese ve üniversite mezunları öğretmen olmaya devam ediyor. Cumhuriyet döneminde öğretmen olacaklardan önce tek pedagoji dersinden oluşan ve daha sonra üniversitelerde açılan eğitim bilimler bölümlerinde verilen 7-8 derslik sertifika istenmesine başlanıyor. Yine de öğretmen açığı olduğu sürece, bu yazarın 1960’larda öğretmenliğe atanması gibi, sertifikası olmayanların da öğretmen olarak atamasına devam ediliyor. Sertifika uygulaması 1982’den sonra eğitim fakültelerine devrediliyor. Fen-edebiyatta lisans öğrencisi olanlar eğitim fakültelerinden öğretmenlik sertifikası alabilirken bu uygulama 1997 yılında, gereksinimin çok olduğu okulöncesi ve İngilizce öğretmenliği ile sınırlandırılıyor. YÖK’ün Dünya Bankası ile yürütülen proje sonunda 1997 yılında yeni bir öğretmen yetiştirme modeli başlatıyor. Bu modelle, matematik fizik gibi ortaöğretim alan dersi öğretmen adayları, alan derslerini 3,5 yıl süreyle ilgili fen-edebiyat programından alıyor ve sonra da 1,5 yıl eğitim fakültelerinde öğretmenlik formasyonu ediniyor. Bu uygulamaya, “3,5+1,5- lisans artı birleştirilmiş yüksek lisans” deniyor. Ayrıca alan öğretmenlerine duyulan gereksinim ölçüsünde, fen-edebiyat mezunlarının başvurabileceği ve sertifika programından pek de farklı olmayan 1,5 yıllık tezsiz yüksek lisans programı getiriliyor. 1997’de başlatılan model, öğretmen adayının yeterince genel kültür ve öğretmenlik formasyonu kazanmasını sağlayamadığından çok eleştiriliyor ancak bu model günümüzde de devam ediyor (bkz. Öğretme yetiştirme sistemimiz, Ütopya Yayınevi, 2006). Öğretmen yetiştiren kurumlardan yeterli sayıda öğretmen çıktıkça sertifika programlarına da okulöncesinden başlayarak son veriliyor. Bir plan ve program çerçevesinde açılmadığı için 1997’den bu güne, öğretmen gereksiniminden öğretmen fazlalığına geliniyor. Son yıllarda eğitim fakültesi mezunu olup da iş bulamayan öğretmen sayısı 300 binlere yaklaşıyor.

YÖK, öğretmen fazlalılığı nedeniyle sertifika programlarını kapatacağına, 2009’da tüm lisans öğrencilerine sertifika programı açılabileceği kararını alıyor. Eğitim Sen’in açtığı dava sonunda, Danıştay bu kararı iptal ediyor. YÖK yeni başkanıyla, sertifika konusunda Nisan’da sertifika programlarını kapatma kararı alıyor. Mayıs ayında ise, halen üniversite öğrencisi olanlar için sertifika uygulamasının devam edeceğini söylüyor. Bu arada yeni bir öğretmen yetiştirme modeli üzerinde çalışıldığı ve bu modelin fen-edebiyat fakültelerinin işlevini tamamen yitirmesini önleyecek, dolayısıyla fakülte mezunlarına verilecek, sertifikaya dayalı bir model olacağı anlaşılıyor!

Oysa sertifikaya dayalı öğretmen yetiştirmek, nitelikli öğretmen yetiştirme anlamına gelmiyor.

Bilindiği gibi, SBS, YGS ve PİSA gibi tüm sınavlar, eğitim sisteminin yetersizliğini yansıtıyor. Kimileri, bu yetersizliğin öğretmenin alan bilgisinin eksikliğinden kaynaklandığını sanıyor. Bunlar, öğretmenin alan bilgisi konusunda 3,5 yıl ilgili fen-edebiyat programından ders aldıklarını yadsıyor. Bunlar, yapılan araştırmalara göre, öğretmen yetersizliğinin öğretmenin alan bilgisinden çok, öğretme ve iletişim becerisi ile öğretmenlik anlayış ve tutumundan kaynaklandığını da yadsıyorlar (bkz. Öğretmen yetiştirme araştırması, Eğitim Sen Yayını, 2003). Öğretmenlik programlarında formasyon ve genel kültür yönünde iyileştirmeler yapılmasını savunacaklarına, fen edebiyat mezunundan öğretmen üretmeye kalkışıyorlar.

Bunlar, TÜBA üyelerinden kimya profesörü İ. H. Duru gibi, “Dalında en iyi olan en iyi eğitimi verir, en iyi ölçme ve değerlendirmeyi yapar, en iyi ders araç ve gerecini bulur. Aksi tüm iddialar eğitimci lobisi”nin tekellerini sürdürme çabalarının kamuflajından ibarettir” (Eğitim fakülteleri tartışması, Cumhuriyet Bilim Teknik, 28 Mart 1998, 575: 15) diyebiliyor! Bu söylem, eğitim fakültelilerini küçümsemenin ötesinde, bırakın araştırma bulgularını, nice ünlü ve dalında en iyi olan profesörlerin dersini anlatamadığını/ öğretemediğini fiilen yaşayan üniversite öğrencilerinin gözlemleriyle bile örtüşmüyor.

Bunlar, dünyaca ünlü Skinner’in,“Bazılarına göre alan bilgisi önemli görülse de bu yanlış bir düşüncedir. Öğretmen için en önemli olan nasıl öğretileceğini bilmektir işte bunun için öğretmenler eğitim fakültelerinde yetiştirilmelidir” (There has been conspiracy of silence about teaching, Education Week, October 3 1983: 5) uyarısına boş veriyorlar. Mısırlı eğitimci M.M Elsayed, öğretmenlerden, “… öğrencileriyle olumlu bir etkileşimde bulunmaları, öğrencileri temsil etmeleri, rahat bir sosyal ve psikolojik öğrenme ortamı oluşturmaları, öğrencilerin öğrenmesini yönlendirmeleri ve davranışlarını değiştirmeleri, öğrenme sorunlarını araştırmaları ve bu sorunların çözümü için harekete geçmeleri istenmektedir” (Uluslararası dünya öğretmen eğitimi konferansı: 27 Ağustos- 2 Eylül 1995, MEB yayını, 1997: 61-83) açıklamasını yapıyor. Sertifikayı savunanlar, bu beklentilere değer vermiyorlar. Bu beklentilerin, 7-8 sertifika dersiyle kazandırılamadığına ve kazandırılamayacağına da aldırmıyorlar.

Fen-edebiyatçılar içinde, “Öğretmenlik mesleğine saygı duymalıyız. Bizim işimiz öğretmen yetiştirmek değil, bilim insanı yetiştirmek. Sertifikalı öğretmen uygulaması, silahlı kuvvetleri yedek subaylarla yönetmeye benzer olur mu canım” diyen pek çıkmıyor Duru’nun söylemini benimsiyorlar. Mezunlarının işsiz kalması sonucu fen-edebiyat talebinin azalacağı korkusuyla en kolay yolu seçip sertifikalı öğretmen konusuna sarılıp öğrencileri oyalıyorlar. Fen-edebiyat öğrencileri ise, eğitim sisteminin 652 sayılı kararnameyle alt-üst edilmesine, 4+4+4 yasasıyla sistemin karanlığa sokulmasına ve yoksul aile çocuklarının önünün kesilmesine, ülke kaynaklarının birilerine peşkeş çekilmesine, Suriye’ye karşı savaş çığlıkları atılmasına ve tüm toplumu ilgilendiren benzeri pek çok dönüşümü seyrediyor! Söz konusu “sertifika” olunca, Duru gibi eğitim fakültelerinde okuyanların mesleki ve akademik haklarına boş verip kendi haklarını arıyorlar!

Sertifikaya dayalı öğretmenliği savunanlara, “Dini olan motifleri milli kültürden çekip çıkardığınız zaman geriye bir şey kalmaz. Bu da dinden bağımsız bir milli kültür olamayacağını gösterir” (Türk eğitim sistemi: Alternatif perspektif, Türkiye Diyanet Vakfı yayını, 1996: 127) düşüncesinde olanlar da katılıyor. Bunlar da, “Kuran kurslarının zorunlu eğitimin dışına alınmasının ilmi, objektif bir gerekçesi olamayacağı gibi demokratik bir toplumda halkın isteklerine de açıkça karşı çıkmak olacaktır (s.149) derken fen-edebiyat mezunlarının eğitim fakültelerinden sertifika alarak öğretmen olmasını savunuyor (s. 276).

[email protected]