YÖK ve MEB'te neler oluyor?

Bilimsel eğitim yoktu ki sonu gelsin" diyenleri duyar gibiyim. Tabii ki haklılar. Demem o ki, kırıntı niteliğinde de olsa ne varsa bilimsel eğitim adına bitecek bu gidişle; AKP'nin vites yükseltmesinden belli. Bu konuda bakanlık (eğitim) ve YÖK birbiriyle yarışıyor gibi. Sayın Gül Cumhurbaşkanı seçileli ne kadar oldu ki? Hükümet ve cumhurbaşkanı kontenjanından atananlarla YÖK genel kurulunda şimdiden AKP yandaşları çoğunluğu ele geçirdi bile.

Ne kadar karşı olsak da, YÖK sıradan bir kuruluş değil, anayasal bir kuruluş. Hükümet kimi bakanlıklarda vaz geçebildiği gibi yeni bakanlıklar da yaratabiliyor. Yeni hükümetler kurulurken üzerinde toto oynanan bir konu da bakanlık sayısı oluyor. Başbakan, seçilme niteliklerine sahip olanlar arasında istediğini bakan yapabildiği gibi istediğini de görevden alabiliyor. YÖK başkanını cumhurbaşkanı seçip atasa da, hem belli özelliklere sahip birini atamak zorunda, hem de atadığı kişiyi istediği zaman görevden alamıyor. Ayrıca YÖK, üyeler birilerinin adamları olsa da, özerk bir kuruluş. Bakanlıklar gibi başbakana, Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) gibi eğitim bakanına bağlı değil. Bu nedenle de, YÖK başkanı, devlet protokolünde ön sıralarda yer alıyor. 

Böylesine bir kuruluş olan YÖK'te başkanının kimliği her zaman önemli oluyor. Yeni başkan kağıt üzerinde YÖK üyesi olma koşullarını sağlasa da, akademik dünyanın beklentilerini önemli ölçüde karşılayamıyor. Yeni başkanın, YÖK'ün denklik vermediği bir Malezya üniversitesinde çalışmış olması, İslam ve polisle ilgili konulara ağırlık vermesi, ABD'ye beyin göçü transferi şirketi gibi çalışan Fulbright Komisyonu üyesi olması, parasal getirisi yüksek projelere ağırlık vermesi gibi özellikleri sorgulanıyor. Haydi, bunlara katlanalım desek bile, yeni başkan, TBMM başkanını ziyaretinde, cumhurbaşkanı ve başbakanın kendisini, "Aman hocam dikkat et, bir şey söylersin ipimizi çekerler" sözleriyle uyardıklarını söylemesi, onun AKP'nin üst düzey yetkilileriyle içli dışlı olduğunu da gösteriyor. Haydi, bu da olur diyelim ama, Maliye Bakanının müsteşarı ile dertleşirken, müsteşarın, "Yeni YÖK başkanının havası değişmiş. Gayet güzel sözler söylüyor" demesi üzerine, bakanın "İsterse söylemesin..." cevabını vermesi hepsine tuz biber ekiyor. Bu duruma düşen kişi, anında görevi bırakması gerekirken, bir tek tepki bile vermiyor, işi pişkinliğe vuruyor. Hatta pişkinliğini, toplumda çalkantılar yaratan yeni önerileriyle örtmeye çalışıyor.

YÖK genel kurulu, daha ilk toplantısında, yukarıdaki söylemlerin "ağızdan kaçan" sözler olmadığını gösteriyor. Başbakanın belediye başkanlığı döneminden arkadaşı olup "zina" konusundaki tutumuyla kendini tanıtmış olan birini YÖK başkan vekilliğine getiriyor. YÖK sisteminde, 12 bin dolayında profesör var; bunların 600 kadarı eğitimci ve 250 kadarı ise ilahiyatçı. Yükseköğretimdeki lisans öğrencilerinin yüzde 25 kadarı eğitimde ve yüzde 3 kadarı ise ilahiyatta okuyor. Ve koca YÖK genel kurulu, şimdiden bir siyasal arenaya dönüştüğünü gösterircesine, bir ilahiyatçıyı Eğitim Komisyonu Başkanı yapıyor!

Bu arada eğitim bakanlığı da hareketleniyor. 17 Şubat gazetelerinde TTK başkanı "İstifa ettim"; 18 Şubat gazetelerinde ise bakan "Ben onu görevden aldım" diyor.

Bilindiği gibi, devlet protokolünde bir yeri olmasa da, TTK, yetki ve işlevleri açısından bakanlığın beyni ya da YÖK'ü durumundadır. Bakan Çelik, TTK başkanlığına, ANAP-DYP-MHP-AKP karışımı eğilimlere sahip oldukları değerlendirmesi yapılan, eğitimin özelleştirilmesinden yana olan ve fena halde küreselleşme yanlısı profları TTK başkanı olarak seçip atamıştı. Anlaşıldığı kadarıyla, bakan ilk TTK başkanına yaptığını ikincisine de yaptı: 20-30 ay kadar kullandığı TTK başkanını, zamanı gelince kapı önüne koyuverdi. 

TTK başkanları, birkaç kez akademisyenler tarafından, "Yapmayın, etmeyin, sizler birer akademisyensiniz, eninde sonunda üniversiteye döneceksiniz" gibi sözlerle epey uyarıldılarsa da dinlemediler. Pek çoğu Danıştay'dan dönen kararları imzalamakta bir sakınca görmediler. TTK başkanlığına getirilen kişiler, yaşamlarını sürdürmek için ya da bürokrasi gereği uymak zorunda oldukları için bu görevi üstlenmiyorlar. Bu görevi kabul etmelerinin önemli bir nedeni, Çelik'le aynı dünya görüşünü paylaştıklarını sanmaları herhalde. Ne oluyor da bu şeçilmiş kişiler sonradan kapı önüne konuyor? Bilinmiyor! Özelleştirme, küreselleşme, AB/ABD'nin isteklerini yerine getirme ve bakanlıktayken yaptıklarını anlatma konusunda coşkuyla konuşanlar, hatta pek çok kişiye, "Bunlar bakanı etkileyeceğine bakan bunları etkisine almış" dedirtenler, istifa sonrasında büyük bir sessizliğe bürünüyorlar. Akademisyenlik, bir bakıma açıklık ve bildiklerini/düşündüklerini toplumla paylaşmak olsa da, susuyorlar. O zaman akla şu geliyor: TTK başkanları bakanın dümen suyunda gitmeye çalışsalar da, bakan öyle bir şey yapmak istiyor ki, ortalığı öyle bir karanlık basıyor ki, başkanlar bürokrat değil bir akademisyen olduklarını anımsayıp, "Hayır bu kadar da olmaz" diyorlar. Bunu der demez de kendilerine yol veriliyor. Zaten TTK başkanı adayı için söylenenler de şimdiden insanın içini karartmaya yetiyor.  

Ancak, bu iç karartısının artacağı, YÖK'ün AKP'leşen yapısıyla ve bakanlıktaki (bakana yakın kişilerin bile dayanamadığı) yeni gelişmelerle, olaylara "ilahi" açıdan bakmanın yaygınlaşıp dayatılacağı ve bilimsel karanlığın koyulaşacağı görülüyor. 

Olası karanlıkların panzehirini ise yine bilimde, bilimsellikte ve özgür insanda aramak gerekiyor.