YÖK’lük işler VIII: Üniversiteyi bitirecek son adımlar (1)

Üniversiteyi bitirmek, binaları yakıp yıkmak değil kısaca, laik, bilimsel, demokratik ve kamusal eğitimi yozlaştırmak, üniversitede siyasetin ve sermayenin hakimiyetini sağlayıp bu kurumları küresel sömürünün aracı durumuna dönüştürmek oluyor.

YÖK bugüne değin üniversiteyi bitirecek çok adım attı tabii. YÖK’ün AKP’leşmesi ve sonrasında seçilen rektörler aracılığıyla üniversitelerin F-tipi üniversitelere dönüştürülmesi bu tip adımların başında geliyor (bu durum, AKP öncesinde A-tipi olan üniversitelerin F-tipinden pek de farklı olduğu anlamına da gelmiyor). Böylesi adımlar atılmamış olsa, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan bir parti başkanına ve pek çok ülkeyi sömürüp kana bulayan ABD’nin arkasında ya da yanında yer alan bir siyasal anlayış sahibine, hem de senatosunun ezici çoğunluğuyla, “medeniyetler ittifakına katkılarından dolayı” fahri doktora verebilen babayiğit (!) üniversiteler çıkabilir miydi?

Daha önceleri bu doğrultuda atılmış çok adım olsa da, bugünlerde atılacak adımların işi bitirecek adımlar olacağı görülüyor. İş bitiricilik, adımların niteliğinden ve F-tipine geçen üniversitelerin buna karşı durmayacağı ve bu tür oluşumlara karşı tutumda olanların genel sessizliklerini koruyacağı olasılığından kaynaklanıyor.

YÖK, “Bologna Süreci gereği” diyerek, yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerinin planlamasında dış paydaşların da görüş, öneri ve desteklerini almak amacıyla danışma kurullarının oluşturulması için bir yönetmelik taslağı hazırlıyor ve 17 Ekim’e kadar üniversitelerin bu konuda görüş bildirmelerini istiyor.

Üniversiteler geleceğe yönelik planlarını yaparken, üniversite dışındaki kesimlerin görüşlerini yadsıyor da mı buna gerek duyuluyor? YÖK’ün seçtiği rektör adayları ile atadığı dekanlar zaten siyasetin ve sermayenin görüşünü üniversitelerine taşımıyor mu? Hemen her üniversitenin iktisat bölümünde çalışanların bir bölümü sanayi, ticaret ve hizmet kesiminde danışmanlık yapmıyor mu, oradaki deneyimlerini ve o kesimlerin isteklerini üniversitesiyle paylaşmıyor mu? Üniversitelerin mühendislik alanlarında çalışanların bir bölümü sanayi kesimiyle ortak projeler yürütmüyor mu, üretim kesiminde ne olup bittiğini üniversitesine aktarmıyor mu?

Neredeyse her üniversitede var olan mezunlar derneği ve de vakıflara, işçiler, köylüler, yoksullar değil, o üniversitede okuyup siyasetle ilgilenen, ticaret yapan, sanayi üretimiyle uğraşan, finans alanında çalışan kişiler üye oluyor. Bu üyeler, dernek ve vakıfların yönetim kurullarında bulunan üniversite yöneticilerine iş dünyasının gereksinimlerini, isteklerini ve görüşlerini belirli düzeylerde de olsa iletmiyor mu?

Öğretim elemanları, panellerde konuşmacı olmuyor mu, yurt içi ve yurt dışı akademik toplantılara katılmıyor mu, diğer katılımcılarla etkileşim içine girip, oralarda kazandıkları edinimlerini üniversitelerinde kullanmıyor mu?

Bu soruların yanıtları, bütün bu etkileşimlerin var olduğunu ve ek olarak ayrı bir danışma kuruluna gerçekten gereksinim olmadığı anlamına geliyor.

Ayrıca yönetmelik taslağında belirtildiği üzere danışma kuruluna, sermayeyi ve siyaseti temsil eden dış paydaşlar alınırken, sendikaların alınmaması üniversite öğrencisi, idari ve teknik personeli ile öğretim elemanları gibi iç paydaşlara hiç yer verilmemesi, danışmanın genelde sermaye ile siyasetin isteklerinin üniversiteye dayatılmasıyla sınırlı kalacağını gösteriyor.

Anamalcı dünyadaki benzeri gelişmeler, sermayenin girdiği üniversitede, bilimselliğin yok edildiğini, kurumun bir ticarethaneye dönüştürüldüğünü, eğitimin giderek paralı ve daha masraflı hale getirildiğini, üniversitenin toplumsal sorunlarla ilgilenmesinin önünün kesildiğini ve emekçi çocuklarına neredeyse kapatıldığını gösteriyor. Bu nedenlerle amacın danışmanlık değil üniversiteleri bitirme işi olduğu ortaya çıkıyor.

Danışma kurulunu oluşturma amacının iyi niyetli olmadığı, ekimin ilk günlerinde üniversitelerin eline geçecek şekilde gönderilen bu yönetmelik taslağı hakkındaki üniversite görüşünün 17 Ekim’e kadar bildirilmesinin istemesinden de belli oluyor. Çünkü iki hafta gibi kısa bir sürede üniversite kurullarının toplanıp görüş üretmesi ve bunu YÖK’e göndermesi olası değil. Üniversite çalışanlarının çoğunluğunun bu taslaktan halen haberi bile yok!

Bu danışmanlık olayı, üniversiteyi, son kırıntıları kalmış insancıllığından, akılcılığından, bilimselliğinden ve toplumsallığından uzaklaştıracak bir girişim olarak öne çıkıyor üniversiteleri ticarethaneye dönüştürecek adımların peş peşe geleceğini haber veriyor.

YÖK’çü kadrolar bu danışma kurulu düşüncesini benimsese de bu oluşumun arkasındaki gerçek amacı bilen ve üniversitelerin bel kemiğini oluşturan, kamusal, demokratik ve bilimsel eğitimden yana olan kesimlerin üniversiteye sahip çıkacağına kuşku duyulmuyor.