YÖK’lük işler VII: YÖK ne yaptığını biliyor!

YÖK, başkanını dinliyor başkanının sözünden çıkmıyor. Doğramacı ile başlayan bu geleneğin, Cumhurbaşkanı Sezer ve YÖK başkanı Gürüz zamanında bozulmuş olsa da, yeniden başladığı ve yeni bir şekil aldığı görülüyor. YÖK’ten istifa eden bir üyenin açıklamaları da bunu teyit ediyor. YÖK Genel Kurulu toplandığında, başkanının daha önceki günlerde basına yaptığı açıklamayı, kurul kararına dönüştürüyor.

AKP, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı değil mi? Evet, odağı! AKP hükümeti de, AKP’nin cumhurbaşkanı gibi davranan cumhurbaşkanı da, (ve de son üye seçimiyle) ÜAK da, ya AKP’li olduğunu bildikleri ya da bir şekilde laiklikle bağdaşmayan bir yanını göstermiş olan kişileri YÖK üyeliğine getirmiyorlar mı? Evet, getiriyorlar! Bu durumda YÖK başkanı ne yapar? Bir kulağı AKP’de, adım adım AKP’nin hedeflerini yerine getirmeye çalışmaz mı? Evet, o da tam da bunu yapıyor.

AKP’nin hedef büyüttüğü, Türk-İslam sentezini, anamalcı-İslam sentezine dönüştürmek istediği biliniyor. Bu sentez, eğitim alanında, “eğitimin dincileşip paralanması” anlamına geliyor.

YÖK de, eğitimi dincileştiriyor. Eğitim Komisyonu başkanlığına ilahiyatçıları getiriyor eğitimle ilahiyatı aynı kefeye bile koymuyor ilahiyat “in” ve eğitim “out” diyor.

YÖK, laik adayları eleyip uygun (!) kişileri rektör seçmesi konusunda cumhurbaşkanına yardımcı oluyor.

Dini değerlerin yoğun olduğu yörelerde açılan yeni iki üniversitede de ilahiyat fakültesi açılmasına izin vermekle yetinilmiyor, YÖK onlara, liselere din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni yetiştirme yetkisi de veriyor.

Ülkenin gereksiniminden çok ilahiyat fakültesi olsa da, YÖK ilahiyatların kontenjanını artırıyor. Yetmiyor, ilahiyatlara da ikinci öğretim uygulamasını getiriyor. O da yetmiyor, ilahiyatçıların her alanda çalışmalarının önünü açıyor.

Erbakan, “İmam hatipler arka bahçemizdir” diyerek kongrelerde ortalığı ayağa kaldırırdı. Erdoğan ve AKP ile imam hatipliler ön bahçeye çıktı. Şimdi devrin değiştiği, imam hatiplilerin kalıcı olmasının zamanı geldiği anlaşılıyor.

Türkiye’nin geleceğinin gereksinim duyacağı insan gücüne göre yükseköğretime yöne verecek YÖK, şu anda var olan imam hatipli öğretmenlerle, valilerle, hakimlerle vb. yetinmediğini gösteriyor imam hatiplerin önündeki katsayı engelini de kaldırıyor. İmam hatiplerde, çocuklara şeriatla ilgili ve 21. yüzyıla uymayan öğretilere yer verilmesini benimsiyor. Eğitimin laikleşmesi ve bilimselleşmesi yönünde hiçbir öneri getirmeden katsayıyı kaldırıyor. İmam hatip okullarının laik eğitim ve hukuk düzeniyle bağdaşmadığını, Danıştay’a ya da Anayasa Mahkemesine gidildiğinde bu kararın iptal edileceğini bile bile bunu yapıyor.

Bir liselinin önünü kesmek tabii ki demokratik durmuyor ancak o lisenin varlığının demokratik olmadığı göz ardı ediliyor. Osmanlı medreseye karşı laik okulları açarken, bu okulları şeyhülislam ya da şeriye ve evkaf vekaletinin yönetimine vermeyip maarif vekaletine bağlamıştı. Cumhuriyetin demokrat(!) yöneticilerinin bilimsel eğitime alternatif olarak imam hatipleri açıp bunu bir de örgün eğitimin içine alması ise yadırganmıyor!

MEB’in verilerine göre, AKP gelmeden önce 70 bine inmiş imam hatip öğrenci sayısı son yıllarda 143 bine çıkıyor. Bu sayısal artışta AKP ile Çelik’in vaatleri ve çabaları etkili oluyor. Aynı süreçte, öğrenci sayıları erkek teknik öğretimde yüzde 95, kız teknik öğretimde yüzde 100, ticaret turizmde de yüzde 50 kadar çoğalıyor. Genel liseye gidenler meslek liselilerden yüzde 80 dolayında fazlayken, şu anda meslek lisesi öğrenci sayısı genel lise öğrenci sayısına yaklaşmış bulunuyor. Meslek liselerinin bu durumu, katsayı uygulamasının meslek liselilerin lehine olduğunu gösteriyor. Bu gerçeği en iyi şekilde bilenler, katsayı kararını alırken, toplumu kandırıcı “Meslek liselilerin önü kapandı, meslek liseleri ölüyor” yaygaralarına sığınıyorlar.

Erdoğan, “Ülkeyi pazarlamaya geldim” demişti ya, YÖK’ün bir işi de bu: Yükseköğretimi, dincileştirip paralamakla yetinmeyip bir de pazarlayarak paralamak! İyi pazarlama yapabilmesi için YÖK başkanı önce CEO’ya dönüştürülüyor: Maaşına yüzde 100 zam yapılıyor. Sonra da bu başkan, asgari ücretin 517 lira ve emekçiye yapılan zammın yüzde 4 düzeylerde olduğu, son bir yılda işsiz kalanların milyonu geçtiği, burs ücretlerine bir gıdım zam yapılmadığı ve toplumun yüzde 60’tan fazlasının yoksulluk sınırında yaşadığı bir dönemde, üniversite harçlarını yüzde 8’e çıkarıyor. Yetmiyor, genellikle dershaneye verecek parası olmadığından ÖSS’de düşük puan alan ve vakıf üniversitesine gidecek parası olmadığı için ikinci öğretime kayıt yaptıran dar gelirliye ayrı bir darbe vuruyor: İkinci öğretim harçlarına daha büyük oranlarda zam yapıyor. Herhalde, “Nasılsa bunlara da cemaatler sahip çıkar” diye düşünüyor.

Paralanma bağlamında, sıranın kamu üniversitelerinin sermayeye peşkeş çekilmesine geldiği görülüyor. Araştırma üniversitesi konusu bu işin peşrevi oluyor. Son “vizyonlu raporu” hazırlayanlarla (bkz. 3 Temmuz tarihli yazı) bu peşreve devam edileceği anlaşılıyor.

Bu arada, YÖK’ten istifa eden üyenin kimi vurgularının insanı şaşırttığını da belirtmek gerekiyor. Bu kişi YÖK Genel Kurulu’nun, “İktidardaki partinin programını ve ideolojisini gerçekleştirmeye çalışan bir kurul durumuna getirildiğini” öne sürüyor! Ona şu soruyu sormak gerekiyor: 12 Eylül cuntası geldiğinde Amerikalılar neden “Bizim oğlanlar başardı” dediler? 12 Eylül cuntası, neden imam hatiplere üniversite yolunu ve Türk-İslam sentezinin önünü açtı, din dersini zorunlu yaptı ve YÖK’ü kurdu? Neden YÖK’ün yedi üyesi ile rektörleri (dolayısıyla ÜAK’yı ve onların seçeceği 7 üyeyi) belirleme yetkisini cumhurbaşkanına verdi?”

Bu üye, YÖK’ün “Araplarda çok para var” yaklaşımını eleştiriyor! Bu üyeye sormak gerekiyor: “Peki bu bağlamda AKP öncesi YÖK’ün ne farkı vardı?”

Bu üye, “… kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda bile bilim insanlarının suskunluğu inanılır gibi değil” diyor! Doğru söylüyor da, insanın aklına şu soru geliyor: “YÖK’ün yıllardır yaptığının bir boyutu onların suskunluğunu sağlamaya yönelik değil miydi?”

Suskun kalan bilim insanları sorumluluktan kurtulamadığı gibi, istifa etmekle de insan sorumluluktan kurtulamıyor.