YÖK’lük İşler I: Hak Hukuk Tanımamak

YÖK'ün bilimsellikle, hak ve hukukla pek bağdaşmayan karar ve uygulamaları YÖK'lük işler oluyor. Bunlara YÖK'çe işler de denebiliyor.

YÖK'e yakından bakanlar, YÖK başkanlığına ve üyeliğine gelenlerin, kim olursa olsun, genelde, kısa sürede YÖK'leştiğini görüyor.

Belki de bu nedenle, YÖK'lük işler eksik olmuyor.

Son zamanlarda, YÖK'lük bir iş nedeniyle araştırma görevlilerinin haklı çabalarına tanık oluyoruz. Araştırma görevlilerinin ayağa kalkması, YÖK'ün 26 Kasım 2008'de aldığı hukuk dışı bir karardan kaynaklanıyor. YÖK, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 50/d maddesine göre atanmış araştırma görevlilerini, tezleri biter bitmez kapı önüne koymaya kalkıyor. Araştırma görevlileri de, emeğine ve işine saygılı olanların yapması gerekeni yapıyor: Bu haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı direnmeye çalışıyor.

2547 sayılı yasanın 50/d maddesi, "lisansüstü öğretim yapan öğrenciler, her defasında bir yıl olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine atanabilirler" diyor. Pek çok üniversitede uygulanan yönteme göre, lisansüstü öğrenimlerini tamamlayan öğrenciler, kendi istekleriyle ayrılana ya da bir yardımcı doçentlik/doçentlik kadrosuna atanana değin, üniversite tarafından 2547 sayılı yasanın 33. maddesine göre istihdam ediliyorlar. Hatta pek çok üniversitedeki uygulamaya göre, doktora öğrencisi olup 50/d maddesine göre atanmış olanların aynı üniversitede yardımcı doçent/doçent kadrolarına atanacakları bekleniyor. Başka bir deyişle, bu üniversitelerde araştırma görevlisi olarak işe başlayanlar, ileride (bir aksilik olmadığında) öğretim üyesi olacaklarını biliyorlar.

33. madde, araştırma görevlisi kadrolarına atanmak için kişinin lisansüstü öğrencisi olması koşulunu getirmiyor, dolayısıyla bu tür atama zamanla da sınırlı olmuyor. Araştırma görevlilerinin 33. maddeye göre istihdam edilmesiyle, onların işsiz kalmaları ve akademik yaşamdan kopmaları da engellenmiş oluyor.

Yukarıda özetlenen uygulama, üniversitelerin kendi yetkilerinde ve benimseyerek sürdürdükleri bir uygulama olarak yıllardır işliyor.

Amerikan üniversitelerinden esinlenerek yapılandırılmış bazı üniversiteler ise bu uygulamayı benimsemiyor araştırma görevlisi olarak atananlar, lisansüstü programı bittiğinde uygun bir zaman içinde üniversiteden ayrılıyor. Bu üniversitelerde doktora öğrenimi görenler, herhangi bir beklenti içine girmiyor, birkaç yıl başka yerlerde çalışmamışlarsa öğrenim gördükleri bölümde öğretim üyesi olamıyorlar. Bu süreç de, yıllardır üniversitelerin kendi kararları doğrultusunda işliyor.

Üniversitelerdeki bu iki farklı uygulamanın, hem olumlu hem de olumsuz yanları bulunuyor. Gelişimlerini ve değişimlerini yakından izledikleri kendi öğrenci ve araştırma görevlilerinin bir zaman sonra kendi meslektaşları olması, öğretim üyelerine gurur ve onur veriyor. Nitelikli öğretim üyesi bulunan bölümlerde niteliğin korunmasını sağlıyor. Bu uygulama, bölümlerin kendilerini yeniden üretip durağanlaşması olasılığını da içinde barındırıyor. Bölümlerin, öğrencisi olmamış kişileri de öğretim üyesi olarak istihdam etmeleri bu olasılığı azaltıyor. Ancak, buradaki önemli nokta, yukarıda değinilen iki farklı uygulamanın, bir ölçüde de olsa üniversitelerin özerkliğini yansıtması oluyor.

YÖK'ün, programını tamamlamış araştırma görevlisini kapı önüne koyma girişimi, bir taşla birkaç kuş vurmaya benziyor.

İlk hedef üniversitenin özerkliği oluyor. Araştırma görevlilerinin yaptığını yapmayan, emeğine ve işine saygılı davranamayan üniversiteler sesini de çıkaramıyor, hakkını da arayamıyor. Üniversiteleri liseleştiren YÖK'lük uygulamaların önüne geçilemiyor. Her YÖK'lük uygulama, üniversitelerin özerkliğinden bir şeyler kemiriyor. İstanbul Üniversitesi'nde 3 Mart Salı günü yapılan "Üniversite Özerkliği ve İş Güvencesi" paneline son anda öğrencilerin alınmaması, üniversitenin YÖK'lük işlere prim vermesi anlamına geliyor.

İkinci hedef, ilgilileri olumsuzluklara, hukuksuzluklara alıştırmak oluyor. Hukukta müktesep hak diye bir kavram bulunuyor. 50/d maddesine göre atanmış araştırma görevlilerinin öğretim üyesi olacağını benimsemiş üniversitelerde, 50/d'ye göre atanmış araştırma görevlileri için öğretim üyeliğine geçiş, bir müktesep hak oluşturuyor. Bu hakkı onların elinden almak hukuk dışı bir davranış oluyor. Bir hukuksuzluğa sessiz kalmak, yeni hukuksuzluklara yol açıyor.

Üçüncü hedef de, alıştıra alıştıra ve önce araştırma görevlileriyle başlayan bu tür uygulamalarla, öğretim üyeliğine atanmada da üniversitelerde esnek istihdama, iş güvencesi olmayan istihdam biçimine geçişin alt basamaklarını döşemek oluyor. Bugün yapılmak istenenlerin arka planını görmeyen/görmek istemeyen ve araştırma görevlilerinin haklarını savunamayan öğretim üyeleri, bir bakıma bu döşemeye yardımcı oluyor.

YÖK Başkanı, göreve geldiğinde yaptığı ilk konuşmada, "İstediğimiz anda araştırma görevlilerinin işine son verebilmeliyiz" gibilerinde bir şeyler demişti. Başkanın, yalnız bu konuda değil, pek çok konuda planlı ve kararlı olduğunu görmek gerekiyor.

Bilime, emeğe, hak ve hukuka saygılı olma konusunda duyarlı olmadan, YÖK'lük işler engellenemiyor.

[email protected]