Yeni müfredat programı I

Her eğitim sisteminin özünü ve temelini, öğretim izlencesi ya da öğretim programı da denen müfredat programı oluşturmaktadır (muhafazakar kesimlerin de okuması beklentisiyle bu yazıda müfredat programı deyişi kullanılacaktır). Müfredat programı, “1-Bir okulu bitirmek ya da bir alanda uzmanlaşmak için okunması gereken ders ve konuları kapsayan program. 2- Öğretilmesi istenilen ders ya da konuların amaçlar, yönergeler ve ders gereçleri ile birlikte sıralı olarak düzenlenmesi sonucu ortaya çıkan kılavuz. 3- Öğrencilere bir plana göre kazandırılması istenilen öğrenim yaşantılarının tümünü içine alan program” olarak tanımlanmaktadır.

Dolayısıyla müfredat programı, öğretmenin ne öğreteceğinden, öğrencinin hangi bilişsel, duyuşsal ve devinimsel edinimleri, hangi sırada, ne düzeyde ve ne zaman kazanacağını, kazanılması beklenen bu edinimlerin ne kadarının kazanıldığının nasıl ve ne zaman ölçüleceğini belirleyen belgedir. İmam için Kuran-ı Kerim, papaz için İncil ve haham için Tevrat neyse, öğretmen için de müfredat programı odur.

Müfredat programı, öğrenciyi ya “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” kişi olarak özgür bir yurttaşa dönüştürecek ya da onu kul olacak/ümmetin bir parçası olacak şekilde yetiştirecek araçtır. Müfredat programı,  “ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum yaratır ya da toplumu köleliğe, yoksulluğa tutsak eder.”

Müfredat programı ya doğaya, insan haklarına, emeğe ve insana saygılı çağdaş insan yetiştirir ya da, girişimci, rekabetçi, ırkçı, gerici insan yetiştirir. Müfredat programı, ya barışsever, yurtsever, inançlara saygılı ve güzel sanatlardan zevk alan kendisiyle barışık insan yetiştirir ya da kişiyi, insanlığına yabancılaştırıp dinci, kindar ve güzel sanatlara düşman … hale getirir. Müfredat programı, okuyan, düşünen, sorgulayan, eleştiren ve araştıran- gerçeği merak edip arayan insan da yetiştirir; okumaktan, düşünmekten, sorgulamaktan, eleştirmekten ve araştırmaktan korkup gerçeklerden kaçan insan da. Müfredat programı, kişiyi, ya her canlıya değer veren, genel kültürü olan olgun bir insana dönüştürür ya da tüm canlılara zarar vermekten hoşlanan, IŞİD benzeri davranışlara gönülden katılan, “insan” denemeyecek bir varlığa dönüştürür. 

Bu nedenlerle müfredat programı geliştirmek, kişinin ve toplumun geleceğiyle ilgili çok ciddi bir iştir. Bu nedenlerle müfredat programı geliştirmek, bir siyasal yaklaşıma göre belirlenebilecek bir iş değildir; başta eğitim uzmanları olmak üzere ülkedeki farklı anlayışları, tarihsel geçmişi ve dünyanın bugünkü durumunu göz önüne alacak ve geleceği belirli ölçülerde de olsa öngörebilecek bir çalışmanın ürünüdür. Bu nedenlerle müfredat programı geliştirme işi, eğitim uzmanları, bakanlık bürokratları ve öğretmenlerden oluşan ve partizan olmayan bir ekibin, çeşitli kesimlerin de görüşlerini alarak hazırlaması gereken uzun soluklu bir iştir-süreçtir.

Müfredat programı geliştirecek ekibin göz önüne alması gereken tarihsel gelişim ise kısaca şöyledir. Eğitim-öğretim tarihi, insanın gereksinimlerinin, deneyimlerinin ve aklının ürünü olan öğretilerle başlamıştır. Toplayıcı toplumların öğretileri, çocuklarına günlük yaşam ve neyi nasıl toplayacaklarıyla sınırlıdır. Taş devri insanı, taşı alete dönüştürmeyi ve avcılıkta kullanmayı öğretmiştir. Tarım toplumundaki öğretiler avcı toplumundakine göre farklılaşıp çeşitlenmeye başlamıştır. 5-6 bin yıl öncesinin insanı, açıklayamadığı olayları, kendi aklıyla ürettiği (hayvan, ay ve güneş gibi) tanrılara atfetmeğe başlayıp bu tanrıları memnun etme yollarını aramış bu yolları genç kuşaklara öğretmeye çalışmıştır. Tanrı anlayışı gelişip yaygınlaşırken krallar da kendilerini tanrıların temsilcisi olarak göstererek, krallıklarını ve sömürülerini pekiştirme yoluna gitmişlerdir.

Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden peygamberler ortaya çıkıp Allah’ın kelamı diye aktardıkları, ortaçağdaki öğrettiklerin temelini oluşturmuştur. Bu öğretiler, özellikle tarım toplumlarında-feodal toplumlarda toplumsal yaşamla ilgili sorunlara yanıt verebildiği sürece geçerli olmuştur. Krallar da bu kez dini liderlerle işbirliği yaparak krallıklarını ve sömürülerini kolayca sürdürmüşlerdir.

Ancak, yine insanın merakının, sorgulamasının, denemesinin, inceleyip araştırmasının ve aklını kullanmasının ürünü olarak bilimsel bulgular artmış, aydınlanma süreci başlamış, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmiş ve ulus devletler ortaya çıkmıştır. Farklı ırk ve inançlardan oluşan ulus devletlerinde, dine dayalı ve babadan oğula geçen yönetimlerin yerini insana dayalı ve halkın seçtiği yönetimler almaya başlamıştır. Ulus devletlerde bir inancı diğerlerine dayatmak düşüncesi giderek zayıflamış, okullardaki dini öğretim giderek azalırken laik ve bilimsel eğitim yaygınlaşmaya başlamıştır. Dini öğretim yalnız ilgili inanç sahipleri için geçerli bir öğretimken, laik ve bilimsel eğitim, yeryüzündeki tüm insanlara hitap eden ve (kadın-erkek, dindar-dinsiz, fakir-zengin, beyaz ırk-siyah ırk-sarı ırk) herkesin yararına olan bir öğretime dönüşmüştür. Laik ve bilimsel eğitim, yeni bilimsel bulgularla ve bu bulgulara dayalı olarak üretilen teknolojilerle gelişmesini sürdürmüştür. Gerçeğin anlaşılması doğanın korunması, insanın özgürleşmesi, insancıllaşması, toplumsallaşması ve evrenselleşmesi ile kişinin tüm yaşamsal gereksinimlerinin karşılamasına yardımcı olan bu laik ve bilimsel eğitime, kısaca, çağdaş eğitim denmektedir.

İçinde bulunduğumuz sanayi ötesi toplumu, bilgi toplumu, öğrenme toplumu ya da teknoloji toplumu denen çağda, insanın ve toplumların ayakta durabilmesi için gerekli eğitim, çağdaş eğitim olmaktadır. Çünkü çağdaş gelişmiş ülkelerin hiç biri, bugün içinde bulundukları gelişmişlik düzeyine dini öğretimle gelmemiştir; laik ve bilimsel eğitimle gelmiştir.

Dolayısıyla insanımızı ve toplumumuzu geleceğe taşıyacak müfredat programının çağdaş anlayış ve eğitim doğrultusunda hazırlanmış olması gerekir.

Gündeme getirilen müfredat, bu toplumun değil, AKP’nin müfredatıdır.

[email protected]