Yatılı gerici kurumlar ve çocuklarımız

Devlet, ailesinin yaşadığı yöreden uzak yerlerde üniversite kazanan öğrenciler için yurtlar açmıştır. İlk ve ortaöğretim öğrencileri için de,  nüfusu azalan köylerde okul açamayacak duruma geldiğinde, öğrenim çağındaki köy çocuklarını, yatılı ilköğretim bölge okullarında okutmaya, onları okul olan merkeze taşımaya, onlara okul olan ilçede/ilde pansiyon hizmeti vermeye ve sınavlarda başarı gösterenleri de parasız-yatılı liselerde okutmaya başlamıştır. Ancak özellikle 1983’te kurulan Özal hükümetleri ve daha sonrasındaki hükümetler zamanında, eğitim piyasalaştıkça, devletin yukarıdaki hizmetleri azalırken özel yurtların açılması hız kazanmıştır.

MİT’in terör konusunda Özal hükümetine verdiği brifing, YÖK tarafından 1985’te “Türkiye’de Anarşi ve Terörün Sebepleri ve Hedefleri” adlı bir kitap haline getirilip YÖK başkanı İ. Doğramacı’nın imzasıyla tüm öğretim üyelerine gönderilmiştir. Bu kitapta, öne çıkan konuların bir bölümü, Müslüman Kardeşler gibi irticai örgütleriyle, örneğin Nurcuların eğitim kurumlarına ve devlet kuruluşlarında kadrolaşmaya önem verdikleri, Süleymancıların Kuran kursları adı altında hurafelerden söz ettikleri, Nakşibendilerin şeriat düzenini getirmeye çalıştıkları ve benzeri tehlikelerle ilişkilidir. Ancak MİT’in bu tür uyarılarının aksine, eğitim sistemi gericileştikçe, yine Özal zamanından başlamak üzere Fetocuların ve diğer tarikatların açtığı yurtlarla Kuran kursları yaygınlaşmıştır. Tarikatçı oluşumlar, AKP iktidarı tarafından da desteklenmiş, denetim muafiyeti kazanıp çoğalmıştır.

Kısaca tarikat yurtlarının ve Kuran kurslarının yaygınlaşması, fiilen, iktidarların piyasacı ve gerici eğitim anlayışları sonucudur. AKP iktidar olduğunda, kaçak Kuran kurslarına verilen cezaları azalttığı gibi, yurt yönetmeliğinde bulunan ve yurtlarda, “bölgecilik, ırkçılık propagandası yapılmasını ve dinin veya dini hissiyatın veya dince mukaddes tanınan şeylerin alet edilerek faaliyette bulunulmasını" yasaklayan ifadeyi de yönetmelikten çıkarmıştır. Oysa İnsan Hakları Bildirgesi ile Çocuk Hakları Bildirgesini imzalamış, hem de anayasasına göre sosyal hukuk devleti olduğu belirtilen bir ülkede, devletin temel görevi, eğitim ve yurt hizmetlerini sağlamaktır. Anayasasında laik demokratik olduğu belirtilen ve/ya da çağdaşlığı hedefleyen bir ülkede, tüm eğitim kurumları gibi, yurtlar da, laik ve demokratik nitelikte olur. Böylesi devletlerin bir görevi de, zorunlu öğrenim çağında olan çocukları tarikatlardan ve dini akımlardan korumaktır. Ancak dindar ve kindar nesil peşinde koşan AKP, bırakın çocukları tarikatlardan korumayı, devlet okullarında bile onlara tarikatçılığı özendirecek bir öğretim dayatmaktadır.

Hem piyasacı ve gerici olan, hem de (4+4+4 yasından yönetmelik değişikliklerine ve çocuk evliliğini desteklemekten tecavüz edeni koruyacak yasa çıkarmaya kalkışmaya kadar) hemen her tutum ve uygulamasıyla çocukları sevmediğini gösteren bir iktidarın tarikat kurumlarına sıcak bakması, onların fıtratı gereğidir. Zaten iktidar bu fıtrat nedeniyle, çağdaş kişi ve kurumların yurt açmasına sıcak bakmamaktadır. Fetonun yurtlarının yaygınlaşması için geçmişte elinden geleni yapmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da, kapadığı Fetocu kurumları diğer tarikatlara ya da gerici vakıflara devretmesi, çeşitli bahanelerle devlet yurtlarını kapatıp öğrenciyi tarikat yurtlarına yönlendirmesi bu nedenledir. İktidarın, devlet elindeki yurtlarda, imam görevlendirmesi ve Kuran kursları açması da bu nedenledir.  

Ne yazık ki, piyasacı ve gerici anlayış ve uygulamalar sürdükçe, çocuk yaşta evlendirmeler, çocuk istismarı, cinsel suçlar ve kadına karşı işlenen suçlar artmaya devam edeceği gibi, Adana’da bir tarikat yurdunda 11 kız çocuğuyla bir emekçi kadının yanarak ölmesi gibi facialar da olacaktır. Çünkü bu tür faciaların yaşanması, temelde piyasacı ve gerici anlayış doğrultusunda, gerekli önlemelerin alınmaması, yeterince ve gereğince denetlenmemesi ile olayların oluşumunun “kader”e bağlanması nedeniyledir.

AKP, tarikatlarda ve de gerici vakıflarda ortaya çıkan çocuk istismarı olaylarının üstünü örtmeye çalıştığı gibi, tarikat yurtlarında yaşanan ölümcül olayların da üstünü örtmeye çalışmaktadır. 2008 Ağustosunda Konya’da yatılı Kuran kursunda ölen 17 kız çocuğuyla ilgili olayda günümüze kadar bir gelişme olmaması, iktidarın bu tutumu nedeniyledir. Konya’daki bu olayda kızlarını kaybeden ailelere, “Allah’ın takdiri, kader” dedirtilip dava açmalarının önlenmesi de, Soma’daki maden faciasında ailelere diyanet mensuplarının “kader” konusunu işlemeleri de, yanarak ölenler için gericilerin, “Yanarak ölmek şehitliktir!” demeye başlaması da, bu nedenledir.

Yurt gereksinimini karşılamakta cimri olup çocukları tarikatların kucağına iten iktidarın diyanet için cömert olması ve Adana'da, yangında insanların hayatını kaybettiği gün Diyanet İşlerinin 6 milyon 639 bin liraya mal olan il müftülük binasını açması da bu nedenledir. İstenen toplumun, her iyiliği AKP’ye bağlarken her kötülüğü “kader”e bağlamasıdır. “Kader” geçerli bir anlayış olunca, bilimsel anlayışın yerini hurafeler almakta, kötü ve elim olayların üstünün örtülmesi kolaylaşmakta, hem de “Yeterince dua etmezsen olacağı budur” anlayışı yaygınlaşmaktadır.

Çocuklarımıza sahip çıkmanın yolu, onları gerçekten sevmekten, piyasacı/gerici anlayışlardan uzaklaşmaktan, tarikatlar eğitim kurumlarıyla yurtlardan uzaklaştırmaktan geçmektedir.

[email protected]