"Üniversite"ye ihanet!

Üniversitelerden gelen ve üniversite” anlayışıyla bağdaşmayan haberlerde artış görülüyor. Örneğin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ), Ömer Faruk Kırnıç’a, Gezi Parkı olayları sırasında “Duran İnsan” eylemi çerçevesinde, “Rektörlük Binası A Blok önünde izinsiz kitap okuma eylemi" nedeniyle soruşturma açmıştı! Üniversite, 2012-2013 öğretim yılı bahar dönemi bütünleme sınavında öğrencilerine, “Gezi ve Taksim olaylarının türevlerini inceleyerek minimum ve maksimum noktalarını belirleyiniz” şeklinde soru soran Kırnıç’a bir başka soruşturma daha açmış ve sonunda Kırnıç’ın görevine son verilmiş! Bu soruşturma başladıktan sonra, aralarında o sınava girmeyen öğrencilerin de bulunduğu birkaç öğrenciden satır, paragraf ve içerik olarak aynı şikayet dilekçeleri alınmış! Bu kin, haksızlık ve uygunsuzluk “üniversite”ye yakışır mı?

Bilindiği gibi, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çalışan Dr. Emrah Altındiş, o üniversitede konuşma yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, "Türkiye'de insanlar ölürken geceleri nasıl uyuyorsunuz?" diye soru yöneltmişti. Emrah bu sorusuyla tüm mağdurların gönlünde taht kurmuştu. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (SOMÜ) Genel Sekreteri Selahattin Özyurt’un, twitter hesabından Dr. Altındiş'e küfürlü eleştirilerde bulunması bir üniversite sekreterine yakışır mı? Bu gibi tutumlar üniversiteyi yıpratmaz mı?

Ankara Üniversitesi (AÜ) rektörlüğü, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe hakkında, 28-30 Mayıs 2014 tarihleri arasında, "izinsiz olarak görev yerini terk ettiği" savıyla soruşturma açmış! Dekanın, o tarihlerde fakülte yönetim kurulu kararıyla görevlendirildiği Basın İlan Kurumu Genel Kurulu toplantısına katılmış olması ve durumu 10 gün önceden rektörlüğe bildirmesi ve hatta o süreç için bir akademisyeni dekan yardımcılığıyla görevlendirmiş olması bile soruşturma açılmasını engelleyememiş. Çünkü gazete haberlerine göre, dekan gericilerin hedefi! Dekan, 2012’de üniversitenin açılışına Başbakan davet edilince, kendi fakültesinde alternatif açılış yapıyor. Fakültenin geçen yıl yapılan geleneksel İnek Bayramında, Gezi Direnişi sürecinde polisler tarafından öldürülen gençlere sahip çıkıyor. Başbakan’ın “Çapulcular” dediği gençleri övüyor ve “Hiçbir can, kamu malından değersiz olamaz” diyor. Rektörlüğün bu yıl yapılmamasını istediği İnek Bayramını gerçekleştiriyor ve bu arada, bula bula kaçırılmamaları için çocuklara “Çığlık atmayı öğretin” diyen bakana, “Siz Ali İsmail’in çığlıklarını duyabildiniz mi?” diye soruyor.

ÇOMÜ ve SOMÜ göreceli olarak yeni üniversiteler olduklarından yanlış tutumları belki acemiliklerine verilebilir. Ancak köklü bir üniversite olan AÜ’ne bu soruşturma yakışır mı?

Bilindiği gibi, 1800’lerin ikinci yarısında açılmış olan Darülfünun, cumhuriyet döneminde 1933 yılında İstanbul Üniversitesi (İÜ) adını almıştır. 1944’te İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve 1946’da da üçüncü üniversite olarak AÜ açılmıştı.

AÜ rektörlüğünün bugünkü tutumu, bu üniversitenin henüz bir yaşında 1947 yılında yaşadığı olumsuzluğu anımsatmaktadır. Bir grup Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) öğrencisi, yıllardır Berkes, Boran ve Boratav gibi ilerici öğretim elemanlarını şikayet etmektedir. 1946 seçimlerinden sonra, Hasan Ali Yücel yerine milli eğitim bakanı olan R. Şemsettin Sirer’in dayatması sonunda AÜ Senatosu, bu üç eleman hakkında soruşturma açmış ve 9 Ocak 1948’de bu elemanların öğretmenlik mesleğinden çıkarılmasına karar vermiştir. Yücel zamanında çıkarılan 18 Haziran 1946 tarih ve 4936 sayılı üniversite yasası gereği bu konuda son kararı, eğitim bakanının başkanlığında toplanan Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) verecektir. ÜAK, bakanın tüm ısrarlarına karşın, başta İÜ ve İTÜ rektörlerinin üniversite özerkliğine sahip çıkmaları üzerine, bu kişiler hakkında disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığına karar vermiştir (bkz. Üniversitede cadı kazanı: 1948 DTCF tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav’ın müdafaası, M. Çetik, 1998, Tarih Vakfı Yurt Yayınları). Ayrıca Danıştay da Senato kararını iptal etmiştir.

Kısaca, o zamanlar AÜ’nün (acemilik) ayıbını örtecek Danıştay ve ÜAK vardır. Günümüzde AÜ’nün ayıbını örtecek, kendisinden başka bir kurum yoktur. Üstelik AÜ ve de özellikle siyasal bilgiler fakültesi, Menderes, 12 Mart ve 12 Eylül istibdadına karşı fakülte dekanları Turhan Feyzioğlu, Mümtaz Soysal ve Cevat Geray’ın duruşlarıyla AÜ’de üniversiteye yakışır bir gelenek oluşturmuşlardır. Bu geleneği bozmaya ve “üniversiteye” ihanet etmeye kimsenin hakkı yoktur. Üniversite rektörlüğünün bu yanlıştan dönmesi, rektörlüğün aymazlığa devam etmesi halinde AÜ’lülerin buna izin vermeyeceği beklenmektedir.