Üniversiteye geçiş (I)

6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 7. maddesine göre, YÖK’ün bir görevi, öğrenci kontenjanları ve seçilme esaslarını belirlemek, yükseköğretime giriş olanağı ve fırsat eşitliği sağlayacak sistemleri oluşturmaktır. Aynı yasanın 10. maddesine göre de, ÖSYM, YÖK’ün saptadığı ilkeler çerçevesinde yükseköğretim kurumlarına öğrenci alınması amacıyla sınavları hazırlayan, yapan ve değerlendiren, öğrenci adaylarının yükseköğretim kurumlarına yerleştirilmesini sağlayan ve bu faaliyetlerle ilgili araştırmaları ve diğer hizmetleri yürüten YÖK’e bağlı bir kuruluştur.

YÖK’lük tutum daha ÖSYM’nin adından ve YÖK’e verilen görevlerde başlamıştır. ÖSYM, yasal görevinde de belirtildiği gibi, bir seçme yapmayıp öğrencileri, sınavda aldıkları puanlara göre başvurdukları alanlarda sıralamaktadır. Sıralamadaki kontenjan sayısı kadar öğrenciyi, o alana yerleştirmektedir. Dolayısıyla adının Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi değil de, Ölçme Sıralama ve Yerleştirme Merkezi olması daha anlamlı olmaktadır.

YÖK’e 7. maddede belirtilen görevleri veren yasa, bu kurulda en azından bir ölçme ve değerlendirme uzmanı üyenin bulunması koşulunu getirmemiştir. 21 kişilik bir kurul olan YÖK’ün 35 yıllık tarihinde, yanlış anımsamıyorsam, şimdiye kadar üniversiteye giriş sınavlarıyla ilgili olarak alınan kararlar, ölçme ve değerlendirme alanında uzman bir üye olmadan alınmıştır. YÖK’ün ilgili uzmanlardan yararlanmış olduğuna dair bir bilgi de yoktur.  Zaten sınavlarla ilgili kararların içeriğine bakıldığında, bu kararların bir uzman ekip tarafından hazırladığını düşünmek de pek mümkün değildir.

1999’da, iki ayrı zamanda ve iki oturumda yapılan üniversiteye giriş sınavları, aynı şeyi ölçtükleri ve de öğrencinin zamanıyla parasını tasarruf emek için, Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) denen 3 saatlik tek oturumlu bir sınava indirgenmişti. AKP iktidarının ilk yedi yılında, bu sınava dokunmamıştı.

Her türlü ve her düzeydeki seçme sınavlarıyla ilgili olarak yapılan genel eleştiriler dışında, ÖSS’ye özgü temel ya da anlamlı bir eleştiri yokken, YÖK, 2009 yazında aniden üniversiteye girişi belirleyen ÖSS’yi kaldırdı. Yerine, iki ayrı haftada yapılacak Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) gibi iki sınav getirdi. YGS, ilk oturumu “2 saat” ve ikinci oturumu da “2 saat 15 dakika” sürecek şekilde planlanmıştı. LYS ise iki farklı günde ve üç ayrı oturumda, sırasıyla, “2 saat; 2 saat 10 dakika ve 2 saat” sürecek şekilde planlanmıştı. Sınavların yapıldığı kentlere uzak yörelerde yaşayanlar, YGS için en az iki gün ve LYS için de en az üç gün olmak üzere, okula gittiği yöreden ayrılacak; iki kez gidiş-geliş yol parası, 6-7 gün de yeme, içme ve yatak parası vermek zorunda bırakılmıştı. Sınav sayısı artınca, sınav ücreti de artmıştı. Sınav sayısı ve çeşidi fazlalaşınca, dershanelere ödenen ücret de fazlalaşmıştı. Bu durumda, sınav değişikliğinin tam da piyasacı bir anlayışla kotarıldığı belli olmuştu. Sınav için yapılacak masrafların artması, ister istemez yoksul ve dar gelirlinin sınavlardan uzak durmasına yol açarken cemaatlere (ağırlıklı olarak Fethullah cemaatine) de, sınav masraflarını karşılayamayacak dar gelirlilere ve yoksullara, onları cemaate devşirecek şevkatli ellerini(!) uzatma fırsatı vermişti.

İktidar ve YÖK’e, yoksul ve dar gelirlilerin cemaate devşirmeleriyle oluşacak gericilik yetmemişti. 2011 yılında, bu kez sınavlarda din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden de soru sorulmasına başlanmıştı. Bu uygulama, Sünni-Hanefi inancı hakkında yeteri kadar bilgisi olmayanlara verilen “üniversiteyi unutun” mesajıydı; inanç bilgisi olmayan üniversitede başarılı olamaz anlamına geliyordu. Çünkü seçme sınavları, üniversite programlarına, diğerleri içinde o programda başarılı olma olasılığı daha yüksek olan öğrencileri seçtiği beklentisi ve hatta iddiası ile yapılıyordu.

Son aylarda, YGS ve LYS’nin güvenirliği ve yapılan yolsuzluk sorunları (ÖSYM ile ilişkili olarak) ayyuka çıkmış durumdayken, ÖSYM’nin başına (son zamanlarda sıkça görüldüğü gibi, konunun uzmanı olmasa da imam hatip geçmişi olan) bir kişi getirilmişti. YÖK, daha bu kişi görevinin ne olduğunu anlamadan ve de büyük bir olasılıkla onun görüşünü de almadan, birdenbire bu sınavların kaldırılıp yerine Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS)’nın getirildiğini açıkladı!

YÖK, uzmanı olmadığı ve yüzbinlerce öğrencinin geleceğini belirleyen böylesine önemli bir konuda, hazırlıklardan kimsenin haberi olmadan, düşünülen yeni yöntemi kamuyla paylaşmadan, tartışmaya fırsat verilmeden ve de tarafsız değerlendirmelerden geçirmeden karar almıştır. Üstelik ortada bir hazırlık varsa, bu hazırlıkları yapanların kimlikleriyle yetkinlik alanları da bilinmemektedir. Bu değişikliğin, yeterli sürede inceleme, araştırma ve var olan üniversiteye giriş sınavlarının güçlü/zayıf yanlarını irdelemeden yapıldığı sanılmaktadır. Zaten YÖK, çoktan, yükseköğretimle ilgili hazırlıklar yapan, ilgili konularda siyasetçilere önerilerde bulunup yol gösteren bir kurum olmaktan çıkmış, iktidarın isteklerini anında yerine getirme kurumuna dönüşmüştür. Son üniversiteye giriş konusunun da böyle bir istek sonrasında, kısa sürede kotarıldığını gösteren belirtiler çoktur.

YÖK ve Üniversitelerarası Kurul (ÜAK), 2547 sayılı yükseköğretim yasasına göre, üst kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır. Ancak halk arasında ve günlük konuşmalarda bunlar da birer yükseköğretim kurumudur. Yine günlük konuşmalarda ve halk arasında “yükseköğretim” denince akla, YÖK ve ÜAK değil, bilfiil öğretimin yapıldığı üniversiteler, enstitüler, yüksekokullar, .. gelmektedir. Bu nedenle yeni sınava, herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir biçimde Yükseköğretime Giriş/Geçiş Sınavı demek yerine, YKS denmesi de pek anlaşılır bir durum değildir. Bu YKS adlandırması, YÖK ve ÜAK’ya da öğrenci alınıyormuş izlenimi vermektedir.

YKS’nin içeriğini oluşturacak konu dağılımını daha YÖK başkanı bile bilmezken ve o bilgiler henüz kamuoyuna açıklanmamışken, AKP’li bir milletvekilinin ortak olduğu yayınevi, deneme sınavı kitapçıkları basmaya başlamıştır. Bu durum, YÖK’ün ciddi bir kurum olmaktan uzaklaşıp bir aşiret kurumuna dönüştüğünü göstermektedir. Deneme kitapçığını basan yayınevi ortaklarının ortak özelliğinin (gazete haberlerine göre) “Erdoğan sevdalısı” olmaları ise, işin cabası olmaktadır!

''Sınavın içeriğinin aşiretçi niteliği'' haftaya.

[email protected]